Haydi mutlu yıllar



Yılların gelişi gidişi ile ilgili acıklı, duygusal, tam Türk işi birşeyler yazıyım istedim ama sonra ne alakası var diyip bizi anlatan bir resim koymayı uygun gördüm. Resmi gönderen sevgili dostumada teşekkürlerimi bir borç bilir, bir ara kendisine rakılı bir masa kurarak borcumu öderim.

klasikyaniyılmesajınottt: Yeni yılda demirörensiz, md'siz, herşeyin gönlünüzce olduğu, paralı, aşklı güzel bir yıl geçirmenizi diler, küçüklerin alınlarından, büyüklerin gıdıklarından, bıldırcınlarında al al yanaklarından öperim.
Mutlu yıllar...

Fiddler on the Roof [1971]



Bugün size tanıtmaya çalışacağım yapıt 3 oscar ödülü kazanmış, 8 farklı dalda aday gösterilmiş müzikal tarzda, eğlenceli, eğlenceli olduğu kadar da dram yüklü olan 1971 amerikan yapımı Fiddler on the Roof, türkçe adıyla “damdaki kemancı”. Bu filmi izlemediyseniz bile gerek müzikleri, şarkıları, gerekse ismi kulaklarınıza bir yerlerden takılmıştır diye düşünüyorum. Şarkı demişken dünyaca bilinen “if i were a rich man” isimli parça daha sonra ki yıllarda -ne zaman çevrildiğini bilmiyorum, atıyorum- türkçeye çevrilmiştir. Buyurun türkçesi;

Ah bir zengin olsam
Sana neler neler alırdım
Yaşardın gönlünce sen
Bir zengin olsaydım ben
Çalışmazdık asla
Ne isterdim tanrıdan bundan başka ben
Her akşam votka, rakı ve şarap
Şarkısını sana öğretirdim ben
Geçip gider kalmazdı hiç keder
Ömrümüz zevk ve neşeyle dolu
Sürer giderdi hayat boyu
İşte böyle zengin olsaydım ben
Belki de böyle bir zenginlik içinde olsaydık sevgilim
Bunca rahat yine de bedbaht mutlu olmazdım ben.

Yazının devamında şarkının orjinalinide bulabilirsiniz diyerekden filmin konusuna geçelim. Film çarlık Rusya'sında Anatevka isimli bir köyde geçiyor. Köyde yahudi ve hristiyan olmak üzere iki farklı inanca sahip insanlar yaşamasına rağmen aralarında hiçbir sorun olmadan hayatlarına devam ediyorlar. İzleyici olarak bu duruma baktığınızda hristiyanların tarihde yahudilere yaptıklarını gözönüne alırsa eğer filmde de bu tür sahneleri beklemiyor değilsiniz. Köydeki yahudi inancına sahip olan halk geleneklerine gayet bağlı, birazda tutucu bir topluluk. Kızlar evlilik çağlarına geldiğinde çöpçatanlar tarafından bulunan koca adaylarıyla babaların verdiği onay doğrultusunda evlendiriliyorlar. Bu dar kafalı düşünce tarzı maalesef ki günümüz Türkiye'sinde bile bugün devam ediyor. Herneyse, filmimizin kahramını beş kız çocuğa sahip fakir bir sütçü olan yahudi Tevye (Topol). Tevye'nin üç kızı artık evlenme yaşına gelmişlerdir ve çöpçatan Yente tarafından koca arama çalışmaları hızla sürmektedir derken evin büyük kızı Tzeitel'e Tevye'nin arkadaşı -neredeyse yaşıtlar- köyün varlıklı kasabı Lazar Wolf aday olur. Kısa bir görüşmeden sonra Tevye kızının varlık içinde rahat yaşacağını düşünerekden bu evliliğe onay verir ama hesaba katmadığı Tzeitel'in köyün terzisi olan Motel ile karşılıklı yaşadıkları aşkdır. Tevye bu konuyu kızına açtığında büyük bir şaşkınlık yaşar. Ya geleneklere uyacak kızının mutluluğunu engelleyecek ya da aşkıyla evlenmesine onay verecektir. Tevye herşeyden önce kızının mutluluğunu isteyen bir baba olarak gelenekleri bir kenara atarak kızının isteğini yerine getirir ama birde bu durumu karısına anlatması gerekmektedir. :) Köyde bunlar yaşanırken Rusya'nın bazı bölgelerinde yahudiler topraklarından sürülmektedirler. Ülke çapında yaşanan bu olaylar ilerki zamanlara yavaş yavaş köyüde etkilemeye başlayacaktır.
Filmi izlemeniz için konuyu daha fazla uzatıp heyecanınızı öldürmek istemiyorum diyerek burada noktayı koyuyorum.


Bahsetmiş olduğum "if i were a rich man" isimli şarkıyı uzun uzun yazmak yerine youtube linkini koymak daha iyi olacaktır sanırım, böylece şarkının güzelliğine varabilirsiniz. Unutmadan dinleyebilmek için farklı dns'leri kullanmayı unutmayın.



Yazının başında da dediğim gibi şarkıları, dansları, müzikleri bunların yanında espirileri, bir babanın geleneklerle kızlarının mutlulukları arasında gidip gelen çelişkileri, yahudilerin yaşadıkları dram gibi özellikleriyle ve konusuyla izlenmesi gereken bir şaheser.

Yönetmen : Norman Jewison
Yazar : Sholom Aleichem (kitapdan)
Oyuncular:
Topol ... Tevye
Norma Crane ... Golde
Leonard Frey ... Motel
Molly Picon ... Yente
Paul Mann ... Lazar Wolf
Rosalind Harris ... Tzeitel
Michele Marsh ... Hodel
Neva Small ... Chava


İyi seyirler...

Üvey evlat!

Kendine methiyeler düzen, büyüklükden bahseden Beşiktaş taraftarı lafa geldiği zaman amatör şubelerdeki başarısızlığı, buna neden olanları diline dolarda bir kere geçmez kapısının önünden, üzerine düşeni yerine getirmez. Hem yazık, hep ayıp!
Her zamanki gibi bugünde salonda bir avuçtuk ama elimizden geldiğince desteğimiz verdik, sahadakilerde oyunlarıyla karşılıklarını. İki maçtada rakiplerden fizik ve kaliteli olarak üstündük, bunuda fazlasıyla sahaya yansıtarak maçlarımızı kazandık. Sizlerle gurur duymamak elde değil. Yüreğinize, bileğinize sağlık...

Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımımız
Beşiktaş:78 İzmir Bş. Bld.:48

Hentbol Takımımız
İstanbul Dostspor:22 Beşiktaş:40






Ali Taygun'u kaybettik



Bazı anlar, olaylar vardır kelimelerle sözlerle anlatılmaz. Söylensede hiçbir anlam ifade etmez! Tiyatro dünyasının başı sağolsun...

Diğer Renkler




* Cumartesi akşam ki Fenerbahçe-Ankaragücü müsabakasında Aydın Karabulut'un attığı golü görmek için teveyi açtım. Bir o kanal bir bu kanal derken yarım saat dolaşıp bir yerde yakalayıp izledim. Ama bahsedeceğim konu Aydın'ın golü filan değil, derdim golü görebilmek için yarım saat boyunca kanal zaplarken hep Fenerbahçe'nin konuşuyor olması. Tabiki bu örnek sadece Fenerbahçe-Ankaragücü müsabakasına özgün bir şey değil. Konu üç büyük, hatta dördüncü büyüğüde katarsak sadece bu takımların konuşuluyor olması. Fanatik olarak değil bir futbolsever olarak olaya baktığımda diğer renklere tutkun insanların bundan ne kadar rahatsız oldukları aşikar. Yorumcu olarak o programlara katılanlar sadece bu büyükleri izlerler, yorum getirirler. Diğer kulüplerde ne olmuş, olmamış bihaberdirler. Eee böylece olunca piyon olarak gördüğü takımı toplasan 5 dk konuşur daha sonra kaldığı yerden devam ederler. Canımız ciğerimiz geniş medyamız çokmu zor bu takımların temsilcilerini, takip edenlerinden bir tanesini her hafta değiştirerek konuk etmek.


* Önümüzde Bursaspor maçı var. Dileğimiz bu saçma sapan kan gütme rezaleti sona ererde Bursaspor taraftarı Şeref Bey'e gelir, efendi gibi takımını destekler.

* Bobo'nun attığı golü yazmadan olmaz. Büyüksün Bobo, sende olmasan şöyle şahane goller izleyemeyeceğiz. O ne güzel istoptur, ne güzel vuruştur. Gönlümü mest ettin. Ayağına, yüreğine sağlık...

Agora Meyhanesi - Onur Şenli



Sana bu satırları
Bir sonbahar gecesinin
Felç olmuş köşesinden yazıyorum.
Beşyüz mumluk ampullerin karanlığında
Saatlerdir, boşalan kadehlere
Şarkılarını dolduruyorum,
Tabağımdaki her zeytin tanesine
Simsiyah bakışlarını koyuyorum*
Ve, kaldırıp kadehimi
Bu rezilcesine yaşamların şerefine içiyorum:
Burası Agora Meyhanesi
Burda yaşar aşkların en madarası
Ve en şahanesi
Burda saçların her teline
Bir galon içilir
Sen, bu sekiz köşeli meyhaneyi bilmezsin
Bu sekiz köşeli meyhane seni bilir.
Burası Agora Meyhanesi
Burası arzularını yitirmiş insanların dünyası.
Şimdi içimde sokak fenerlerinin yalnızlığı
Boşalan ellerimde
Kahreden bir hafiflik.
Bu akşam
Umutlarımı meze yapıp içiyorsam
Elimde değil.
Bu da bir nevi namuslu serserilik.
Dışarıda hafiften bir yağmur var
Bu gece benim gecem
Kadehlerde alaim-i semaların raksettiği,
Gönlümde bütün dertlerin
Hora teptiği gece bu
Camlara vuran her damlada
Seni hatırlıyorum
Ve sana susuzluğumu...
Birazdan plaklarda şarkılar susar,
Kadehler boşalır,
Umutlar tükenir
Mezeler biter
Biraz sonra
Bir mavi ay doğar tepelerden
Bu sarhoş şehrin üstüne,
Birazdan bu yağmur da diner.
Sen bakma benim böyle delice efkarlandığıma,
Mendilimdeki o kızıl lekeye de boşver
Yarın gelir çamaşırcı kadın
Herşeyden habersiz onu da yıkar;
Sen mes'ut ol yeter ki
Ben olmasam ne çıkar.
Dedim ya:
Burası Agora Meyhanesi
Bir tek iyiliğin tüm kötülüklere
Meydan okuduğu yer
Burası Agora Meyhanesi,
Burası kan tüküren
Mes'ut insanların dünyası...


Onur Şenli

Tiyatro - Onlar Ermiş Muradına



Uzun zamandır tiyatro oyunu yazmıyordum, tamam tamam kabul ediyorum aslına bakarsanız birkaç haftadır yazı yazmıyordum! İş, güç, hayat derken vakit bulamadım, bulduğum zamanda düşünmek, uğraşmak istemedim. Şimdi şu tembel tarafımı bir tarafa itip oyunu hakkında bir şeyler karalayımda içimde kalmasın yoksa yine tembelliğe yenik düşeceğim.

Oyunumuz sanırım 1700'lü yıllarda geçiyor, en azında o yıllara ait bir havası var. Hani fransızların şu çok gösterişli giysileri vardır ya filmlerden filan hatırladığımız, işte kostümler bu nitelikli. Sahne ise iki farklı dekor üzerinden kurgulanmış. İlk dekor ve oyunun çoğunun sahnelendiği Doktor Petypon evi, diğeri ise Doktor Petypon amcası olan generalin şatosu. Oyunun eleştirel bir tarafı olmasına rağmen eğlenceli tarafı çok daha ağır bastığından dolayı pek eleştirel tarafı dikkatinizi çekmiyor. Dediğimizi gibi eğlenceli bir oyun olmasının yanında aşk, ilişki, yalanlar vb olgular üzerine kurulu ve gayet kalabalık bir oyuncu kadrosuyla yaklaşık 2 saatlik bir süre zarfında sahneleniyor. Oyunun yazarı Georges Feydau, yönetmen koltuğunda ise tiyatroların büyük ustalarından biri olan Haldun Dormen oturmakda. Konuya geçmeden önce oyunun sonunda sizi çok güzel bir sürpriz bekliyor diyerekden merakda bırakmak istiyorum.

Oyun Petypon'un arkadaşının eve girişi ve Petypon'u kanepenin altında mahmur bir şekilde bulmasıyla başlıyor. Bu iki yakın arkadaş bir önceki geceyi alem yaparak geçirmişlerdir. Petypon bu tür olaylara alışık olmadığından dağılmış ve dün gece ne yaptığını hatırlamamaktadır. Buraya kadar bir sorun yok, klasik erkek halleri diyelim. Ama evde kimsenin hesaba katmadığı geceden kalma bir misafir vardır. Eğlence sektöründe çalışan Seksi mi seksi, cilveli mi cilveli, güzel mi güzel taş gibi bir hatun olan ama hanımefendilikden yakından uzakdan alakası olmayan argo konuşan La Mome başka bir odadan iç çamaşırlarıyla ortalığa çıkmasıyla alemcilerimiz neye uğradıklarını şaşırırlar. İç çamaşırı derken bugünün tasarımları gelmesin aklınıza, hani o zamanların şalvara benzer bi acayip çamaşırları vardır ya işte ondan. Niye açıklıyorsam! Alemcilerimiz La Mome'u evden göndermeye çalışırken Petypon eşi gelir, paldır küldür La Mome'u saklarlar ama elbiseler ortalıkda kalmıştır. Bayan Petypon terzinin elbisesini gönderdiğini düşünerekden La Mome'un elbisesini alıp odasına çekilir. Alın size bir sorun daha... Neye uğradıklarını şaşıran alemcilerimiz La Mome bu şekilde gönderemeyeceklerini düşünerekden elbise almaya karar verirler, bu işi yapacak olan da Petypon'un arkadaşıdır. Petypon'da üzerini giyinmek odasına çekilir. Tam herşey düzelecek derken bu sefer kapıdan Petypon'un amcası general giriverir. General ve bayan Petypon hiç karşılaşmamışlardır. General salona girdiğinde iç çamaşırlarıyla karşısında gördüğü kadını yeğenin eşi sanar, La Mome'da hiç itiraz etmez. Sonuçda itiraz edilecek bir durumda yoktur, bu durum nasıl açıklanabilir ki?
Genel olarak kim kimin eşi, kimin nesi diyerekden kurgulanmış eğlenceli, komedi yüklü bir oyun olan “onlar ermiş muradına” yı izlemeniz önererekden yazımı sonladırıyorum diyecem ama son bir notu eklemeden de geçmek istemiyorum.

Ayşe Nurseli Tırışkan hanımefendi ne kadar güzel, cilveli, hoş bir kadındır, aman Allahım! Sırf onun için bile şu oyun izlemeye gidilir yahu!


Yazan : GEORGES FEYDEAU
Çeviren : GENCAY GÜRÜN
Yöneten : HALDUN DORMEN
Sahne Tasarımı : BARıŞ DİNÇEL
Işık Tasarımı : ZILKIFLI ÖZDEMİR
Kostüm Tasarımı : CANAN GÖKNİL
Efekt : ERSIN AŞAR
Yönetmen Yardımcısı : ALI GÖKMEN ALTUĞ - ÖZGÜR DAĞ - CEYLAN ÇETE


OYUNCULAR
ALEV ORALOĞLU, ALİ GÖKMEN ALTUĞ, ALİ KARAGÖZ, ALİ MÜMTAZ BERGE, AYŞE NURSELİ TIRIŞKAN, AYŞEGÜL İŞSEVER, BETÜL KIZILOK BAVLİ, CEM MELİH KARAKAYA, CEYLAN ÇETE, ÇAĞRI ÖZGÜR HÜN, ENGİN COŞKUN, ERKAN SEVER, İLHAN KILIMCI , ÖZGÜR DAĞ, RAHMI ELHAN, VILDAN TÜRKBAŞ, YEŞİM KOÇAK

Bol keseden yönetimsizlik



Bu haftanın en önemli noktası seslerini duyurmak için idmanlara çıkmayan Diyarbakırspor kulübü sporcularının davranışlarıydı. Sanırım protesto için en doğru zaman böyle bir maç öncesi yapılacaklardı ki diğer maçlarda böyle bir işe girişmiş olsalardı pek gündeme gelmezlerdi. Türkiye'de bu sorunu yaşayan sadece Diyarbakırspor'un sporcuları değil. Malesef ki ülke sporu olarak yönetimsizlik içinde yüzüyoruz. Geçen sene BankAsya'yı takip edenler hatırlarlar Diyarbakırspor ligin ilk yarısında buna benzer sorunlar yaşamışlar ve nasıl olmuşsa devre arasında birçok yeni oyuncuyla anlaşarak süper lige çıkmışlardı. O zamanda buna nasıl izin verildiğine şaşırmış, daha önemlisi o takımın nasıl bir üst lige çıktığına anlam verememiştim. İlk aklıma gelen siyasi bir parmağın bu işin içinde olduğuydu ki tabi yanılıyorda olabilirim. Sonuçda kimsenin emeğine haksızlık etmek istemem. Ama insanın aklına takılmıyor da değil.
Maçın sonunda Tolga ile yapılan röpörtajda yabancı oyuncuların paralarını almalarına rağmen bu protestoya katıldıklarını belirtmesi hem takım olarak hemde arkadaşlık adına gerçekden takdir edilesi bir durum. Oyuncu-teknik ekip tarafında bunlar yaşanırken yönetim açısından bakıldığı zaman ortada büyük bir başarısızlık, yönetimsizlik göze çarpıyor. Bu yaşananlar çok sıcak olduğundan dolayı Diyarbakırspor'u konuşuyor gibi gözüksekde bu sorun yazının başında da dediğim gibi ülkenin genel sorunu. Hatırlayacağınız gibi geçen sene Beşiktaş'ın diğer branşlarında aynı sorunlar yaşanmış, bazı oyuncular idmanlara çıkmamıştı. Bugün bile bu konu dile geldiğinde yalanlansada yaşanmaya devam ediyor. Bu rezilliklere müdahele etmesi gereken kurumlar ise vurdum duymaz davranarak sessiz kalıyor, ama UEFA tarafından bu konu hakkında yakın zamanda kulüpleri bağlayan büyük değişikliklere gidilecek. Belki bu sayede bol keseden para dağıtan yönetimsizler akıllarını başlarına alırlar. Dileğimiz UEFA'nın bu değişikliğini diğer spor branşlarının yetkili kurumları da örnek alıp benzer bir yol almaları.
Son olarak diyarbakırsporlu oyuncuların yaptıkları bu protestodan sonra şehrin dinamiklerinin hareket geçmesini umarak yazımı sonlandırıyorum.

Memleketimin ehtiyarları (Düga Yüzli)




deepnote: Şavşat şivesi...(memleketim)

Rahat okuyabilmek için resimin üzerine tıklayınız!