Tiyatro - Bozuk Düzen

Oyunculara şöyle göz gezdirdiğimizde gerçekten önemli, tanıdık isimler görsekde “Bozuk Düzen” isimli oyuna konu açısından bakıldığı zaman basit bir oyun olduğunu söylemek gerek. Oyunu kurtaran bazı oyuncuların üstün performansları ve fonda çalan müzikler. Özellikle Ömer rolünde ki Gün Koper öne çıkan isim. Bu arada dekorunda başarılı olduğunu söylemeden geçmiyim. Başka gözüme takılan nokta Yılmaz Meydaneri'n oynadığı sarhoş koca -Ragıp- tiplemesinde aynı sahne içerisinde saniyeler geçtikçe ayılması biraz huylandıran bir durumdu -sadece bu oyunda böyle bir performans sergilemiş olabilir-. Oyunumuz dram içerikli bir oyun olasada bir önce tanıttığım “dört kişilik bahçe” kadar ağır değildi, kendini izlettiriyor, sıkmıyor. Oyunun yazarı Güner Sümer, yönetmenliğini ise Burteçin Zoga'nın yaptığı iki perdelik olan oyunumuz, köhne ev ve bahçesinin yanısıra bir de bar olmak üzere iki dekor üzerinden aşağıda yazılmış süre zarfında sahneleniyor.
Birazda konudan bahsedelim; Dikili isimli kasabada yaşanan zelzelede yıkılan evlerini tekrar yapmak yerine herşeyleri satarak İstanbul'a yerleşen ailemizin reisi ilerki yıllarda vefat eder. Evin annesi yaşadığı sağlık problemlerinden dolayı hastaneye yatırılır. Evin kızı Güzin evlenir ve evde 3 erkek kardeş başbaşa kalır. Ağabey Hakkı, ortanca Turgut, küçük kardeş Ömer. Başlıbaşına sorunlu bir aile, aynı tevede oynayan “küçük kadınlar” gibi. “Sen nereden biliyon şu küçük kadınları” demeyin(!), ev ahalisi malumunuz.
Hakkı; kendi dükkanını işletmektedir. İçine kapanık, özellikle kadınlarla iletişim kuramamış olmaktan dolayı evde kalmış bir erkek kurusudur. Uzun zaman sonra Handan'a aşık olmuş, onunla evlenmek istemektedir. Handan'da ona karşı boş değildir ama yaptığı işi anlattığında olacaklardan korkmaktadır. Çünkü Handan hayat kadınıdır.
Turgut; amatör olarak futbol oynamakta diğer iki kardeşinin aksine dünyada ki beklentileri üst seviyede, gününü gün etme derdindedir. Demet isimli güzel bir bayana aşıktır ve onunla evlenmek istemektedir. Demet'in ise Turgut ile bir yuva kurmak gibi bir düşüncesi yoktur.
Ömer; zelzeleden büyük ruhsal yaralar almış içine kapanık, dünyaya kapılarını kapatmış bir çocuktur.
Güzin; eşi Ragıp ile sorunlar yaşamakta, kafayı çeken kocasından dayak yemektedir.

Ve birgün Güzin eşini terkedip bizim üç bekarın kaldığı harabeye gelir ve olaya dahil olur. Genel olarak bireylerin birbiriyle yaşadığı sorunlar, hayattan beklentileri, bu bozuk düzen içerisinde verdikleri mücadele dramatik bir şekilde anlatılıyor.
Bu oyundan ders olarak ne çıkarabiliriz dersek eğer “başsız kalmış sürü dağılır” gibi abesi bir yorum getirebilirim. Gırgırı bir kenara bırakırsam eğer anne baba aileyi bir arada tutan faktördür.

İyi seyirler...



Yazan : Güner SÜmer
Yöneten : Burteçin Zoga
Sahne Tasarımı : Baarış Dinçel
Işık Tasarımı : Mahmut Özdemir
Kostüm Tasarımı : Nihal Kaplangı
Efekt : Ersin Aşar
Yönetmen Yardımcısı : Selçuk Yüksel-Tolga Coşkun
Süre : 2 Saat 45 Dakika

OYUNCULAR
AHMET ÖZASLAN, AZİZ SARVAN, BERRİN KOPER, ÇAĞLAR POLAT, DEMET BOZYAKA, ENES MAZAK, GÜN KOPER, GÜROL GÜNGÖR, PERIHAN SAVAŞ, SELIN İŞCAN, UĞURTAN ATAKAN , YILMAZ MEYDANERI

Hes demokratik din dersi

* Geçenlerde Penche'de bu içki mevzu üzerine bir yazı asılmıştı, o yazıda Anadaolu'da bazı illerde yapılan baskılar sonucu içkili mekanların kapılarına kilit vurulduğundan dem vurulmuştu. Bugün ise 31 Aralık 2009'dan sonra ikinci büyük bir zam haberi daha geldi. Rakıya tam tamına %30 zam yapıldı. İçirmemek için güzel taktik be aga, sanki günahımın hesabını bunlar verecek. Tamam, bizim çiligir soframızı bir kenara koyalım, birde olaya üretici-işveren, turizimci ve birde sağlık yönünden bakalım. En son sigaraya gelen zamlardan sonra ortalık kaçak sigara kaynıyordu, ya şimdi? Bu sağlık yönü. Turizimci ve işveren için ise yüksek maliyet, bunun yansıyacağı yer ise işçi. İçenlere yapılan baskı, sağlık, para...

* Geçen hafta İkizdere sit alanı olarak tescillenmişti, bizde mutlu olmuştuk ki hükümet bunun rövanşını bir hafta geçmeden yasal gücünü kullanarak almış oldu. - İkizdere'nin sit alanı olmasıyla yapılması planlanan 22 Hes rafa kalkmış oluyordu- Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun ‘sit alanı ilan etme yetkisi’ Çevre Bakanlığı’na bağlı yeni bir kuruma devrediliyor. Bu sayede sit alanı olmuş alanların tekrar gözden geçirilmesi sağlanacak. Ne mi olacak? Rant için, yandaşları için, doğanın ırzına geçecekler. Neyimize gerek börtü-böcek, doğa, bitki? Gözünü sevdiğimin demokrasisi...

* Kemal Kılıçdaroğlu'nun R.T. Erdoğan için geçen gün yaptığı konuşma gereçekten çok ağır ifadeler taşıyordu ki bugün R.T. Erdoğan karşılık verdi. Hemde benzer ağır ithamlarla, sonunda da halka şikayet etti. Kılıçdaroğlu'nun yaptığı konuşmayı tasvip etmiyorum ama cevap veren kişinin sanki sütten çıkmış ak kaşık gibi eleştirmesi bir garip! Son sekiz yıla bakıldığı zaman R.T Erdoğan'ın yaptığı konuşmalar ortadayken eleştiriyor olması komik bir durum. Bizim oradalarda bir deyim vardır; “bokluda çamurlaya gülüyor” derler.
Siyaset dedikleri yapı gerçekten mide bulandırıcı, yapanlarda. Bu ülkede sözü-özü bir olanlar ya hayatlarına sıradan bir vatandaş gibi devam ederler ya da hayatlarına garip kazalar ile veda ederler, onlarda parmakla gösterilecek kadar azdır. Gerisi mi? ortada...

* Geçen hafta içerisinde bazı öğrenciler YTÜ'de açtıkları pankart sonucu karşıt görüşçüler ve devletin güzide polisleri tarafından saldırıya uğramış devamında da YTÜ rektörlüğü tarafından soruşturma açılmış, derslere alınmamıştı. Bugün ise öğrencilerin ve bazı öğretim görevlilerin destekleri sayesinde en azından derslere alınmaya başlandı. İlim-bilim adamı, özgür düşünceli insanlar yaratması gereken üniversitelerin başında dar kafalıların olması ne kadar tezat bir durumdur.

* Bugünün gafı-afı-..... diye başlamak gerek, Milli Eğitim Bakanlığı özürlü insanlarımızın eğitim aldığı Özel Eğitim Kurumlarının ders çizelgesinde değişikliğe giderek din kültürü ve ahlak bilgisi dersini ekledi. Özürlü diye hitap ettiğim kısmı açmak gerek, bunun içerisinde zihinsel engelliler, otistik çocuklarımız bulunmakta. Alevi ve farklı inançlara sahip vatandaşlarımızın zorunlu din dersi istemiyoruz sözlerine kulak asmayanlar kendine bakamayacak durumda ki çocuklara din dersi öğretmeye kalkıyor. Bu ne saçmalıktır be!

* Fransa'da insanların ömürleri uzadı, maliyetler arttı diye emekli yaşının 60'dan 62'ye çıkartılması esnasında ve devamında çıkan olayları gördüğümde yıllarda bu ülkede yedi ceddini ağlatan siyasetçilere ses çıkarmayan insanları görünce cidden ne kadar eğitimsiz, vurdumduymaz olduğumuza şaşırıyorum. Daha sonra şu akp'ye oy verenlerin büyük bir kısmı eğitimsiz dendiğinde birileri alınıyor. Alınacak birşey yok. Akp'nin yaptırdığı ankette bunu söylüyor. Yalanda söylemiyoruz.

Gözünü sevdiğimin akepe demokrasisi...

Korkma Ben Varım - Murat Menteş

Hayat örümcek ağı gibidir. Ne zaman ve nasıl insanların yollarının kesişeceği hiç belli olmaz. Yazarımız bir önceki romanında ki -Dublörün Dilemması- gibi yine aynı tarzda yoluna devam ediyor. Daha sonra farklı denemeler yaparmı bilmiyorum ama bu tarzı benim açımdan ilgi çekici. Sadece bu kitapta ufakta olsa bir iki “keşke olmasaydı, sonunu daha iyi bağlasaydı” gibi noktalar mevcut. Mesela Hayati Tehlike ile Fu'nun karşılaşmasının sonucu veya kitabın finalinin çok daha heyecanlı, farklı biteceğini düşünürken sönük şekilde sonlanması gibi.

Kitap, diğer romanda olduğu gibi sona yakın bir bölüm ile başlıyor ve Fu'nun Gönül İşler Bakanlığı'na yapılacak saldırıyı rüyasında görmesiyle devam ediyor. Yazarın burada oluşturmuş olduğu Gönül İşler Bakanlığı öğesi gerçekten ilginç, bu ülkede olmayacak bir durum mudur bilmiyorum. -Olur mu olur vallaha, tırstım- Tırstık diye araya not düştük ya açıklamakta gerek; neymiş, ne yaparmış bu bakanlık, birde şu çekik gözlü sandığınız zat-ı muhterimi tabiki. Nedir Gönül İşler Bakanlığı: bu kurum devlet eliyle aşık olduğunuzu resmi olarak onaylıyor. “Yok daha neler?” demeyin öyle, aşık olduğunuz kişinin adını söyleyerek başvurduktan sonra eğer kabul görürse dini alimler tarafından sözlü mülakata çağrılıyorsunuz. Bu mülakat sonunda alimlere verdiğiniz cevaplar uygun görüldüğü taktirde size bir AŞKart tahsis ediliyor. Yani devlet eliyle aşkınız onaylanmış oluyor. Ayrıca bu karttan çeşitli indirimler, avantajlar sağlayabiliyorsunuz. Tabiki bu da ömür boyu değil, 3 yılda bir yenilemeniz gerekiyor. Nasıl ama? Şimdi gelelim Fu dediğimiz karaktere; Fu, Fuat Tufa'nın kısaltılmış hali. Gönül İşleri Bakanlığı'nın basın müsteşarı ve Dublörün Dilemması'ndan hatırlayacağınız Nuh Tufan'ın afilli filintalardan arkadaşı. Ayrıca kitabın ilerki sayfalarında aynı sınıftan başka bir karakter daha dahil olacak ki bu da Müntekim Gıcırbey. Fuat Tufa uzakdoğu kültürüyle yoğrulmuş, gayet atletik, yakın-uzak-orta dövüş sanatlarına hakim bir çekirge. Gıcırbey'in ismi geçmişken ondan da bahsetmeden olmaz. Gıcırbey insanlardan para karşılığı intkam alan bir işle meşgul, intikam diyince öldürmek olarak algılamayın, o insanları rezil etmek için uğraşıyor. Yardımcısı ise üst komşusu rahmetli Kevser'in babaannesi cinci Ruhiye ve cini Jajha.
Gelelim kitabın tehlikeli-eli kanlı-bir o kadarda aşk adamı olan Hayati Tehlike'ye. -Nereden buluyor arkadaş böyle garip isimleri- Adamın ismi ile yaptığı iş ancak bu kadar uyuşur. Hayati Tehlike Niko'nun yakın arkadaşı. Birgün otel odasında çıkan kavgada dokuzcu kattın penceresinden yakuzalar tarafından atılırlar, bunun sonucunda Niko hayatını kaybeder. Hayati ise hastane odasındaki günlerinden sonra yaşamına devam eder. İşte Hayati Tehlike'nin hayatı bu vesileyle yön değiştirir. -Niko ünlü mafya babası Atom Bombacıyan'ın yeğeni midir, oğlu mudur tam hatırlamıyorum. - Atom Bombacıyan ile tanışan Hayati artık mafyanın içinde yer almaya başlar.

Kitap dört ana karakter üzerinde kurgulanıyor. Fu, Gıcırbey, Şebnem Şubimi ve Hayati Tehlike. Gelelim üstünkörü konuya; Fu, Hayati'nin GİB başvurmasından sonra aldığı olumsuz yanıt sonucunda bakanlığa yapılan kanlı saldırıdan sorumlu olduğu sonucuna varıyor, Gıcırbey ise aşık olduğu kadının böyle bir mafya adamının elinde zarar görmemesi için Fu ile işbirliğine gidiyor. Ve bu ölüm kalım mücadelesinin içerisinde Hayati Tehlike ile Şebnem arasında mafyadan apartılan romantik mi romantik sahnelerle desteklenen aşk hikayesi.
Bu karakterlerin yanısıra Atom Bombacıyan'ın sağkolu Abidin Dandini, Hayati Tehlike'nin maddelere hükmeden oğlu Gerçek, Şebnem'in eski Emniyet Müdürü olan babası Şerif Şubimi, Abidin Dandini'nin yavuklusu Leyla Kalahari, Hayati Tehlike'nin bir gecelik kaçamağı ve plotonik aşkı Neptün Petunya gibi yan karakterler ile desteklenen ilginç ve kendine bağlayan bir kitap sizi bekliyor.

Beşiktaş JK : 32 - Ankara 06 Aterspor : 18

Ligin 4. maçınıda kayıpsız geçmiş bulunmaktayız. Maçtan önce dağıtılan önünde Beşiktaş arması arkasında “Beşiktaş Hentbol” yazan tişörtlerin neyin nesidir bilmesemde açılan “Gücümüze Güç Katan, Formamıza Ter Olan Taraftarımıza Sonsuz Teşekkürler” pankartı hoş ve anlamlıydı. Salonun yarıyarıya dolması ve taraftarın rakibe bulaşmayıp sadece takımı marşlarla desteklemesi memnun edici, özlediğim bir tabloydu. Maçın öne çıkanı ise iki takımın kalecilerininde gerçekten gününde olmalarıydı. - Özellikle ilk yarı- Bu da oyunun daha zevkli bir hal almasına sağlıyor.

Maçın başlamasıyla rakip ataklara kalesini kapatan Yılmaz'ın başarılı performansı sayesinde ilk 11 dakikada fark 9-0 gibi bir skora ulaştı. Daha sonraki dakikalarda rakip kalecinin performansı öne çıkınca ilk yarı 13-10 gibi bir skorla bitti. Maçı o kadar kazanacağımıza güvenimiz var ki taraftar dahil kimse telaş yapmıyor. İkinci yarıyada ilk yarıya başladığımız gibi oyuna ağırlığızı koyunca 32-18 gibi farklı bir skorla oyundan galip ayrıldık. Alkışlar hentbolcularımıza...

Sevdalı yüreklerde beyaz sürgünler
Halayla, türkülerle sevdi bu kalpler
Yıldızlarlar tutuştu siyah beyazla
Marşlarımız ağlasın kartal aşkıyla
Beşiktaş seninle ölmeye geldik...Beşiktaş

Gücüne güç katmaya geldik
Formanda ter olmaya geldik
Beşiktaş seninle ölmeye geldik... Beşiktaş

Barbaros meydanında dün gibi sevdan
Derin bir nefes çektik Abbasağa'dan
Bir umudum sensin anlıyormusun
Hayat yaşanmıyor senle olmadan
Beşiktaş seninle ölmeye geldik... Beşiktaş

Gücüne güç katmaya geldik
Formanda ter olmaya geldik
Beşiktaş seninle ölmeye geldik... Beşiktaş

Tribün toplumun aynasıdır

Uzun zaman sonra ilkkez sinirlendim, kendimi kötü hissetim. Bunun sebebi ne sistem ne oyun ne de Shuster. Aksine oynatılmak istenen sistemden de Shuster'den de gayet memnunum. Ama güvendiğim oyuncuların yaptığı basit, amatörce hatalar beni hayal kırıklığına sevk ediyor, sinirlenmeme yol açıyor. Yazık oldu Porto maçındaki oyunumuza!

Asıl değinmek istediğim konuya gelirsem eğer taraftar profilinin bu kadar kötüye gitmesi beni iyice umutsuzluğa sevk ediyor. Eşiyle kavga eden, işinde başarısız olan, sosyal hayatında silik görüntü sergileyen, belkide maddi açıdan sorunlar yaşayan insanların o tribünlerde empati yapmadan deşarj olurken sahneledikleri görüntü gerçekten berbat. En kötüsü ise “biz Beşiktaş'ı karşılıksız seviyoruz”, “dünyanın parasını alıyorsunuz ..... ” gibi düşüncelerinin arkasına sığınmak ve bu rezilliği ortaya koymak. Düşünsenize iş yerinizde patronunuz, yöneticiniz eşiyle kavga etmiş, geliyor size patlıyor. Ne hissedersiniz? “Küfür edenleride anlamalı, dünya değişti” gibi sözler bana doğru gelmiyor. Dünya ne kadar değişirse değişsin insanların ahlakı, ilkeleri olmalı. “İyi insan olmadan Beşiktaş'lı olunmaz” söyleminin arkasında durmak, Süleyman Seba'ları, Baba Hakkı'ları, Baba Recep'leri tanımak, iyi analiz etmek gerekir. Beşiktaş'lı olmanın bu kadar basit bir olgu olmadığına, hayatın doğruları olduğuna inanan biriyim. Biliyorum bizimki deli işi ama bizim Beşiktaş'lılığımız bunlar üzerine kurulu. Malesef ki arkadan gelen veya değişen insan yapısı ürkütücü. Ben taraftar dedim ama toplum olarak müsamaha göstermeyen, ilk düştüğünde tekmeyi vuran, yukarı çıkanı aşağıya çeken, yüze başka arkadan başka konuşan, saygı göstermeyen, empati yapmayan bir zihniyet aldı yürüyor. Gücü gücüne yetene. Nedir bu ikiyüzlülük, rezillik?

Kan acil değil, sürekli ihtiyaçtır

Uzun zaman sonra bugün kan verdim. Sanırımsam 4 veya 5 yıl olmuştu. Bu kadar uzun zaman kan vermememin nedeni kendimce Kızılay'ın davranışlarından kaynaklanan bir durum olsada birilerinin yüzünden böyle saçma bir davranışta bulunmak aptalca. Biraz geç anladım! Aşağıda kan vermenin yararlarını görebilirsiniz. Hani kendinizi düşünmeseniz bile “böyle birşeye ihtiyacım yok”, “ben iğneden korkarım” gibi saçmalıklara sığınıyorsanız dahi son şıkta yer alan açıklama sizin için umarım itici güç olur. İnsanın kendisi veya bir yakının bu duruma düşmesi durumunda aklına ancak gelebilecek bir neden. Allah kimseye göstermesin ama hayat bu, ne zaman kimin başına geleceği belli olmuyor. O çıkmazda, çaresizlikte olmak, bir ünite kanı bulmak için telaş içinde koşuşturmak, zamana karşı yarışmak beter bir durum. Her güzel şey gibi sağlıkta kaybedilince değeri anlanan bir kavram. Biraz empati yapmak, duyarlı olmak gerek diye düşünüyorum. Konunun sloganınıda başlıktaki gibi kızılaydan apartalım; kan acil değil, sürekli ihtiyaçtır.

Sonuçta hayat bu, ne olacağımız belli değil!

* Kemik iliğinin yağlanmasını önleyip, kan yapımı canlı tutulur.
* Verilen kanın yerine, anında vücuttan genç hücreler dolaşımına katıldığı için, bağışçı daha dinç ve canlı olur.
* Kandaki yüksek yağ oranı düşer.
* Kan bağışı kalp krizi ihtimalini %90 azaltır.
* Kan bağışlayan kişide baş ağrısı, stres, yüksek tansiyon, yorgunluk gibi rahatsızlıkların giderilmesinde çok büyük katkısı olur.
* Kan bağışçısı her kan verdiğinde: AIDS , Hepatit B , Hepatit C , Sifiliz. Kan grubu taramasından ücretsiz olarak yararlanmış olur.
* Trafik kazasında yaralanan bir kimsenin, kan uyuşmazlığı olan bir bebeğin, kan bulunmazsa ölecek bir hastanın sizin verdiğiniz kanla kurtulmasının, size verdiği manevi duygu ölçüsüzdür. Bağışınız çok insancıl ve onurlu bir davranıştır.

http://www.kanver.org/

Avrasya'nın zenginleri

Köprünün ortasında, boğaz karşımda, börekler ortada, meyvesuları elimizde. "Kendimi dünyanın en zengini gibi hissetim" desem yalanım olmaz, diğer 130 bin kişide benim gibi hissetmiş midir acep? Sanırsam 9 km'ye yakın yürüdük, yürüdük diyorum çünkü koşmuş olsaydım -ki mümkün değil- şuanki halimi arar olurdum. Şuan bile pestilim çıkmış gibi hissediyorum.
Güzel, yorucu. Ihhhh...

Dayıya bak dayıya(!), birde dönüp poz veriyor.


Dünkü maçın sıkıntısı, sabahın karga ile olan ilişkisi derken ağzı bir açılıp bir kapanan yavru kartal.


Bu nasıl bir mahşeri kalabalıktır? Köprü bile sallandı!

Zübükler, umutlar, kalıntılar

• Marco sakatlanmış. Üzülmedim, sevinmedim de. Önceleri formayı kim giyse birşeyler hissederdim. Şimdi ise düzene bende ayak uydurdum. İçimden gelmiyor!

• Milli takım yenilmiş; uzun zaman önce bırakmıştım desteklemeyi. Forma renginden dolayı yapılacak seçimlere, adam kayırmacılığına, ayrımcılığa, sağa sola el kol hareketi yapan kaptanlara, kendini kaf dağından sanan teknik direktörlere karşıyım. Kartaldan başka kuş, siyah-beyaz’dan başka renk, Beşiktaş’tan başka takım tanımam. Totti’nin dediği gibiyim bende “benim milli takımım Beşiktaş”

• Referandum öncesi 12 Eylül’cüler yargılancaktı, sahi ne oldu?

• Şili’de ki madenciler uzun zaman sonra göçükten çıkartıldı. Ne güzel görüntülerdi onlar! Dünyanın diğer ucunda olsa dahi insan seviniyor.

• Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer Şili’de ki madencileri işaret ederek “Böyle bir kaza bizde olsa, madencileri üç günde çıkarırdık” demiş. Sahi bizim madencilerin cesetleri çıkartıldı mı? İnsanın içinden geçenleri diline dökememesi zor. Sabır!

• Zamanın Sanayi Bakanı Cahit Aral insanları ikna edebilmek için "cayda radyasyon yok lakin ben iciyorum" diye bir söz sarf etmişti. İnsanları yıllar içinde yavaş yavaş ölürken bu sözleri sarf eden bir insanın vicdanı nasıl rahat olabilir? Bir benzer sözü ise bugünün Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu sarf ediyor. Diyor ki; “Biz bilimsel olarak konuşuyoruz. Katiyen yok, olsa çıkar söylerim. Hamsiyi rahatlıkla yiyebilirsiniz. O zehirli maddelerin çoğu yüzde 90’ı çökecek. Merak etmeyin.” Zihniyet aynı, zaman değişse dahi!

• Dünyayı, doğayı yok etmeye elbirliğiyle devam ediyoruz. Tuna akmam diyor.

• Haftasonu Avrasya maratonu var, bizde ordayız. Amaç koşmak değil, yürümek. Köprüden İstanbul’u seyretmek.

• Halkın Takımı forumunda çocuklara yardım kampanyası yine başlamış. Bir el atmak, sevindirmek gerek. Çocukların yüzündeki tebessüm bir dünyaya bedel.

• Fopomaç özür dilemiş, hayret! Diğer yalan haberleri içinde özür dileyecekler mi acep?

• Stalker’ın Bosna hakkında ki bir yazısına denk geldim; konu hakkında kulaktan dolma bilgiler haricinde bir bilgiye sahip değilim, okuyunca utandım(!), merak ettim.

Tiyatro - Dört Kişilik Bahçe

Bir önceki yazımda 1 Ekim'de şehir tiyatrolarının perdelerini açtığından bahsetmiştim. Dün itibarı ile de bende “Dört Kişilik Bahçe” isimli oyuna giderek kendi sezonumu biraz gecikmeli olarak açmış bulunmaktayım.
Murathan Mungan'ın yazdığı Ersin Umulu'nun yönettiği “Dört Kişilik Bahçe” isimli oyunun oyuncu kadrosunda “Bizimkiler” isimli teve dizisinden de tanıdğımız Ayşe Kökçü'nün yanısıra Esin Umulu, Metin Çoban ve Sevil Akı rol almakta. Tek perdelik olan oyunumuz 1,5 saat gibi bir zaman diliminde sahneleniyor. Oyunun konusundan çok sahne dekoru, Işık tasarımı ve efekt açısından başarılı olduğunu söylemeliyim. Oyuncuların performansları tatmin edici olsada oyun konu açısından pek başarılı değil. Dram yüklü bu oyunda aile fertleri içerisinde geçen hesaplaşmalar, iç dünyaları vs derken izleyici biraz sıkılıyor, daralıyor, hüzüleniyor. Hatta salonu bile terk edebiliyor. Bu kadar hüznü, dramı birarada seviyorsanız eğer sorun yok. Bana sorarsanız eğer ben biraz daraldım. Bu kadar ağır bir dramı sevmem. Kendi adıma tatmin olmasamda sonbahar gibi bir mevsime uygun olduğu kesin.

Oyunumuz Emirgan'da bir konakta geçiyor. Zamanın zenginlerinden eski Osmanlı paşası Server Bey artık yaşlanmış, ilaçlarla ayakta durmakta, bunama belirtileri göstermektedir. Server Bey, kızı Afife Reşat ve büyük torunu Fatma Aliye ile beraber yaşadıkları bu konak ellerinden kalan son mal varlıklarıdır. Fatma Aliye ud çalarak eve katkı yapsada borçlar boğaza dayanmıştır. Afife Reşat’ın oğlu Reşat 10 yıl önce Amerika'ya küçük kızları Talia ise 7 yıl önce annesinin karşı çıktığı bir baldırı çıplak memura kaçmıştır. Afife Hanım'ın Reşat'a olan özlemi, Fatma Aliye'nin konağa sıkışmış umutları derken bir gün Talia kocasını terk edip geri döner ve geçmişte kalan ikili hesaplaşmalar tekrar başlar.

Dediğim gibi ağır bir oyun olmasından dolayı pek fazla hoşnut olmadım. Sonuçta zevkler tartışılmaz.

İyi seyirler...

Yazan : Murathan Mungan
Yöneten : Ersin Umulu
Dramaturgi : Arzu Işıtman
Sahne Tasarımı : Zuhal Soy
Işık Tasarımı : Murat Özdemir
Kostüm Tasarımı : Aysel Doğan
Efekt : Yusuf Tuncer
Yönetmen Yardımcısı : Enes Mazak – Çağlar Polat

Hayatımın ortasından

* “Sponsorlara destek olmak her taraftarın birinci vazifesidir.” diye başlamış söze böyük başkan. Ne akla, cebe hizmet 2007 yılında bizlere kapalı üstden ağza alınmayacak küfürler edip ağızlarından salyalarını akıtanlara ve insanları yoluncak kaz görüp, aşkı paraya bağlayan .......'a Sanlı kaptanın meşhur sözünü gönderiyorum.

* Egemen Guti'ye tekme değil cinayet sebebi sayılabilecek bir hareket yapmış, lanet olsun ormanları yakanlara. Ormanlar yandı bunlar gibi ..... şehre indi.

* Kazansakta kaybetsekde top bizde, sadece rakibin değil benimde başım bir büyük devirmiş gibi dönüyor. Hoşuma gitmiyorda değil...

* “Shuster, Pascal'a özenmiş” dediler. Gazeteciler alınmış mı korkmuş mu anlayamadım. Az etmiş(!), keşke üstlerine salsaydı.

* Stadın ismi ......, taraftarın görevi para harcamak, sus pus oturmak. Kulübün adı da artık ne olur Allah bilir. Yetmez...

* Aralık ayında Cem Yılmaz ile Şener Şen'in oynadığı “Av Mevsimi” vizyona girecekmiş. Ustayı izlemek gerek...

* Şehir tiyatroları 1 Ekim itibari ile perdelerini açtı. 8 civarı yeni oyunun yanısıra diğer oyunlarla beraber sahnelenen oyun sayısı 20'yi buldu.

* Lale ve ağaç dikme sezonum açıldı. Sıra geldi boş arazi bulmaya...

* Murat Menteş garip bir yazar, yazdıklarıda... Ama hem kendini dinlettiriyor hemde kitaplarını okutturuyor.

* Hayati Tehlike'yi kıskandım(!), acaba en son mavi gözlü hüsranından mıdır nedir?

* Bu ülkedeki kadınları anlamıyorum, onlarda beni... Tası tarağı alıp gitsem mi?

* Dışarıda abartılı bir yağmur yağıyor. Yağmuru severim, altında yürümeyide. Belli mi olur belki ruhumuda temizler. Hadi hoşçakalın...

Olmuyorsa Zorlamayacaksın - Can Yücel

Olsun istersin…
Hatta olsun diye yapılması gerekenden daha da fazla üstelersin.
Aşktır ; değer verirsin, ödün verirsin, sevgiden de öte saygı gösterirsin, olmayacak kaç şey varsa bir araya bile getirirsin…
Bakarsın, ne anlattığını anlayabilmiş; ne de çözüm için bi’şeyler yapma gayretinde.
...İştir ; sabahlarsın, “olsun” diye ailenden çaldığın zamanı oraya verirsin…
Dosttur ; hayatta kimseyi dinlemediğin kadar dinler, kendine ayırmadığın onca şeyi O’na ayırmaya çalışırsın…
Sonra olayın içinden kendini çıkartır şöyle karşıdan yaptıklarına bir bakarsın… Bakarsın ki her şey başladığın gibi!
Olmuyorsa, olmuyordur!


Gönlün rahat mı?
Elinden geleni yaptın mı?
Cidden olmuyorsa zorlamayacaksın…

sinirnotaşki: Bu şiirde görücü usulüyle biriyle çıkmayı tercih eden mavi gözlüye gelsin. Akıl akıl gel bir yerime takıl...