27 Mart Dünya Tiyatro Günü




Geçmişe bakıldığı zaman birçok tiyatrocunun hayatlarının maddi sıkıntılar içerisinde geçtiğini görüyoruz. Bu kadar zahmetli ve getirisi diğer mesleklere göre çok aşağılarda olan tiyatroculuğa ısrarla devam edilmesinin nedeni ne olabilir? Bu soruyu tiyatrocu arkadaşlara sorsak sanırım verecekleri cevap “biz bu işe gönül verdik” gibi bir şey olacaktır. Yoksa başka ne olabilir? Bugün yırtık dondan fırlarcasına bu işin ne eğitimini almış ne de herhangi bir teste tabi tutulmamış insanlar sinemada , dizilerde rol alıyor. Ve bu rolleri oynarken tiyatrocu arkadaşların ömür boyu kazanacakları paralardan fazla kazanıyorlar. Benim için bu pek adaletli değil.
Son zamanlarda gördüğüm kadarı ile artık salonlar daha çok dolar halde. Sanırım okuldaki öğretmenlerin yaptıkları teşviklerle olsa gerek birçok genci öğretmenleriyle beraber salonlarda görmekteyim. Bu sevindirici.
Nereden duydum veya okudum bilmiyorum Almanya 2. dünya savaşından sonra ilk yapılanmaya tiyatro ve sanatla alaklı binaları yapmakla başlamışlar. Kültür işte. Konuyu toparlayacak olursam eğer , bugün 27 Mart Dünya Tiyatro Günü. Yazarından , yönetmenine , oyuncusundan , seyircisine kadar bir bütün olan tiyatro camiasının bu güzel günü kutlu olsun. Beraber nice tiyatrolu günlere.
Saygılarımla...

Kara Panter

Gelmiş geçmiş dünyanın en iyi kalecilerinden biri, Lev Yashin. Her zaman giydiği siyah formasıyla bir efsane. Fifa Lev Yashin'i 20. yüzyıl dünya karmasına seçerek ne kadar büyük bir kaleci olduğunuda tescil etmiştir.




Yiğidim




Taraftarlık , rakip ile dalga geçebilmektir. :)

The Bucket List [2007]





Hollywood filmlerini pek sevmem , hatta itici ve saçma bulurum. Bu kadar saçmalığın arasında tabiki kaliteli oyuncularda çıkmıyor değil. Bunlardan ikisi Jack Nickholson ve Morgan Freeman. Jack Nichlson'ın The Shining'da ki oyunculuğu unutulmaz. Morgan Freeman diyince aklıma ilk gelen film ise yine bir efsane olan The Shawshank Redemption. İşte kaliteli bu iki oyuncu 2007 yapımı olup 2008'de vizyona giren Bucket List'de bir araya geliyor.
Filmin konusuna gelirsek eğer ; dostluk , aile ve insanların hayatlarında yapmak isteyip yapamadıkları olaylar üzerine kurgulanmış. Film gerçekten eğlenceli ve duygusal. Böyle iki kaliteli oyuncu biraraya gelince izlememek hata olur. :)
Edward (Jack Nicholson) milayerder , hastahane kolonisi kurmuş olmasına rağmen hayatında mutlu olamamış , aksi mi aksi birisidir. Carter ise ( Morgan Freeman) edward'ın tersine mutlu bir yuvası olan , alçakgönüllü , zeki , oto tamirciliğii yapan sade bir vatandaştır.. Bu iki farklı karakteri ortada buluşturan ise hastalıklarıdır.( Hemda Edward'ın hastahanesi. Farklı bir hastane olsa zaten garip olurdu. ) Edward'a ameliyat olmasına rağmen sonuç pek olumlu değildir. Doktorlar 6 ay ile 1 yıl içerisinde ömür biçerler. Bundan kısa bir süre sonra oda arkadaşı Carter için ise benzer bir haber gelecektir. Bu haberleri almalarının devamında bir akşam Carter eline bir kağıt kalem alarak birşeyler karalamaya başlar. Carter'ın yazdıkları Edward'ın dikkatinden kaçmaz. Carter ne yaptığını sorduğunda üniversite yıllarında prof'lardan birinin rahatlamak için hayatında yapmak istediği ama yapamadıkları şeyleri kağıda yazdığından bahseder ama göstermez. Edward'da vurur kafayı yatar. Edward sabah kalktığında akşamdan Carter'ın karaladığı kağıdın(bucket list) yerde buruşturulmuş şekilde atıldığını görerek okumaya başlar. Bu esnada Carter'da uyanır. Karaladığı kağıdın Edward'ın elinde olduğunu görünce bundan pek hoşnut olmaz ve ufak bir tartışma yaşanmasına rağmen tatlıya bağlanır. Edward kalan bu kısa ömürlerinde ikisininde yapmak istedikleri ama yapamadıkları şeyleri kağıda yazıp seyahate çıkmalarını önerir. Tabiki bütün haracamalar Edward'dan. Bundan sonra iki ihtiyar büyük bir serüvene yelken açarlar... Üç nokta. Çok merak ettiyseniz izleyin. Ben yazmaktan yoruldum. Bi de akşam. Yarın iş var. :)

Vatan sağolsun


Dur yolcu!



Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular beni
Of gençliğim eyvah!

Çanakkale içinde aynalı çarşı
Ana ben gidiyorum düşmana karşı
Of gençliğim eyvah!

Çanakkale içinde bir dolu testi
Analar babalar ümidi kesti
Of gençliğim eyvah!

Çanakkale içinde sıra sıra selviler
Yüzbaşılar oturmuş asker öğütler
Of gençliğim eyvah!

Ruhunuz şâd olsun...

Eğitim şart , ama insana

İnsan ne kadar yazmak istemesem de o kadar çok malzeme çıkıyor ki yazmamak elde değil.

Şehit cenazesinde namazını kıldım. Üç tane leylek cami bahçesindeydi. Yemin ediyorum. ‘Şak şak şak’ diye bağırıyorlar. ‘Allah, Allah’ diye zikrediyorlardı. Cenaze namazı ardından oradakiler tarafından alkış koptu. Baktım ki biz neyiz ya! Biz Komünist miyiz dedim yav. Bolşevik miyiz? Allah diyor ki peygamberlikten sonra insanlara bahşettiğim en yüce makam şehitliktir. Bir baktım şehit cenazesinde alkış yapılıyor. Biz ve Türk ve Müslüman değil miyiz? ‘Bu bize yakışır mı ulan' dedim. Ondan sonra bir baktım beni tenkit ettiler. Bakın Bandırma Belediye listesi yapıldı. Listenin başına ağabeyimi koydum. Kim ne derse desin. Kim ne söylerse söylesin. Ama o benim ağabeyim. Bu toprak için, sizin ve benim gibi hayvanların rahat yaşaması için babasını toprağa veren, şehit bayrağını tabutundan alan, Diyarbakır'da şehit olan ağabeyini benimle beraber mezara indiren, kardeşinin sarılı olduğu Türk bayrağını tabutundan alan Celil ağabeyimi birinci sıraya koydum. Bandırma'nın şerefidir bu adam.”

Şimdi bu lafları söyleyen AKP Balıkesir Milletvekili Cemal Öztaylan. Adayını tanıtıyor. Burada ki amacı adayını övmek, gayet normal. Ama öyle kelimeler ediyor ki herkes şaşırıyor. Bizim oralada bir deyiş vardır; "Paşam diyeceğine pezevengim demek" diye. Bu da tam bu örneğe uymuş. Adayını överken herkese hayvan lafını yapıştırıyor. Hani bu uslup mahale ağzı bile değil. Çünkü bunu mahallede bir kalabalığa söylerseniz , dayak yersiniz. Ayrıca bu konuşmadaki şehitler üzerinden nemalanma kurnazlığına hiç değinmeyeceğim. Farkındaysanız son günlerde bu tür uslupler çoğaldı. Garip..
Meclis bile kahveden beter bir ortam haline gelmiş. Ayıp.

* Vekiller padişah değil halkın kölesidir.

Unutulurmu sandın Samet kaptan





* Çubuklu forma sana ne güzel yakışırdı be SAMET Kaptan.

Zar Adam - Luke Rhinehart




Uzun zamandır bitirmeye çalıştığım bir kitap olan Zar Adam hakkında bir şeyler yazmaya çalışacağım. Normalde kitapları bitirmem uzun sürmezdi ama açık söylemek gerekirse bu sefer kitaptan sıkıldım. Kitap özgün bir konuya sahip bunu inkar etmemek lazım. Ne kadarda özgün bir konuya sahip olsa da akıcılık olarak insanı pek fazla içine çektiği ve merak içinde bıraktığı söylenemez. Benim için , kitabın arkasında yazan “yüzyılın romancısı” gibi bir idda yazar için çok havada kalıyor..
Konuya gelirsek eğer; kitabın başrolünde bulunan karakter evli , iki çocuk sahibi , uzun boylu , iri yapılı , dini inançları olmayan bir psikiyatrist olan Luke Rhinehart. Kitabın yazarı ile ilgili aynı ismi taşıyor. (Bazen kitap gerçek midir , değil midir diye kafama sorulara takılmadı değil. Çünkü tarihler verilip , kaynaklar belirtiliyor. ) Luke hayatından sıkılmış artık tad almamaya başlamıştır. İşte bu zamanlarda zar adam teorisi ortaya çıkıyor. İlk önce kendisinde başlayan bu değişim daha sonra hastalarında denen bir terapiye , daha sonra ailesi üzerinde etkili olmaya başlarken , dostlarına ve en sonunda terapi merkezlerine kadar uzanıyor.
Nedir peki Zar adam? Veya rastgele adam.
Zar adam , zarlara verdiği seçeneklerle kısa vadede veya uzun vadede hayatına yön vermeye dayanıyor. Bu seçenekler içerisinde iyi , kötü , istekli ,isteksiz şekilde bir çok şey bulunuyor. Nedir bu şeyler? Bunun içinde alt kata inip en iyi arkadaşını karısına tecavüz etmekten , adam öldürmeye , ailesini terke etmeye kadar varan seçenekler var. Karakter ise zar adamı şöyle tanımlıyor;”insanların içinde toplum veya din gibi yapıların soyut , somut dayatmalarına karşı baş kaldırış. Yani insanda bir çok karakter mevcuttur ve bunlar baskıyla derinlere gömülür , bunları ortaya çıkararak daha özgür insanlar yaratılabilir.
Kitabın konusu bu şekilde yaşam tarzını benimseyen kahramanımızın yaşadıkları üzerine kurgulanmış. Hani bugün bu kitap üzerine bir film çekilmek istense filmin afişine +18 ibaresi konması şart. Çünkü kitabın içerisinde pornografik içeriklerin yanında , mide bulandırıcı sahnelerde bulunmakta. Bunları sizle paylaşıp mideniz kaldırmayım. :)
Dediğim gibi konu olarak gerçekten özgün bir kitap ama insanoğlunun ne kadar sapıtabileceğinin kanıtı. Ben şuna inanırım; insan düşünüyorsa eğer uygular. Bunu belki o insan değil ama aynı düşünceleri paylaşan başka bir insan gerçekleştirir.
Kitap özgün konusu ile ilgi çekici ama onun dışında akıcılık ve okuyucu içine çekme açısından eksik.

Rabbime sordum : "Cleveland SSK" dedi

Bakan Unakıtan için "Bypass" başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu yazıda sevgili dostumun uyarısı ile daha büyük bir bomba olan eşinin söylemlerini atladığımı fark ettim.

İlk önce sayın Bakan'ın hanımın sözlerini hatırlamak gerek diye düşünüyorum.

Ahsen Unakıtan “Açtım ellerimi dedim ki ya rabbi, bu nerede olursa iyi olur. Ben şu anda hiçbir şey düşünemiyorum. Sen bana doğru ve hayırlı yolu göster ve beni oraya yönelt diye dua ettim. Bakana dedim ki ‘Benim içime Amerika’da Cleveland yazıyor, önce rabbime sonra oraya gidersek’ dedim ve ‘peki’ dedi yolculuk böyle başladı”

İşin özü şu ; hanımefendi ellerini açıp dua ediyor. Ve Rabbim ona Cleveland diyor. Bizde kendisine yuh diyoruz. Yaşar Nuri Öztürk'ün bu konu ile ilgili birebir uyan bir kitabı var. İsmi de "ALLAH ile kandırmak". İşte halkı aptal yerine koymak, insnların duygularının sömürülmesi , dinlerinin istismar edilmesine en güzel örnek. Cleveland'a gitmelerini de kılıfa uydurmuş oldular. Rabbinin emrine uydular. Yoksa ne işleri vardı Cleveland'da.

Rabbim bende gidebilirmiyim? Ama devlet parasıyla.

Espirili halkımın bu konu ile ilgili bir iki yazısınıda buraya yapıştırayım.

-------------------------------------------------------------------------------------
"rabbime sordum sayın bakan nerde ameliyat olmalı diye... içime bir his doğdu, abd'de cleveland diye..."
nasıl bir cevap, nasıl bir yorumdur? "rabbime sordum cleveland dedi." denir mi hiç?
benim babam da soruyor rabbine. rabbi de "ssk okmeydanı" diyor. ne hikmet lan bu?


- ya rab, sen bi akıl ver bi yol göster..
- kilıvılınd...!!
- yok rabbim, bizim ki sağlık işi değil, kriz, yoksulluk, işsizlik, o bakımdan sordum...!!
- gitbiçaykoy...!!!

Dünyayı verelim çocuklara - Nazım Hikmet




Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
dünyayı çocuklara verelim
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler

21 Mayıs 962, Moskova

deepnote: Büyük ustadan çocuklarımıza , bize gelsin.

LÖSEV'e gönül verdik




Hafta başında internet üzerinden yaptığımız başvuruya perşembe günü dönüş yapıldı. Cumartesi günü saat 16:00'da yapılacak tanışma toplantısına davet ediliyorduk.Cumartesi günü sevgili dostumla beraber Üsküdar sahilinden motorla karşıya geçip , Levent'e doğru yol aldık. Havanın yağmurlu olması insanın şevkini kırmıyor değil. Hani başka bir iş olsa şu soğuk ve yağmurlu havada çekilmez ya. Lösev'e vardığımızda bizim gibi düşünen , hisseden yaklaşık 30 civarın insan görmek güzeldi. Nerdeyse hepsi genç insanlardı. Sanırım çoğuda üniversite öğrencileriydi. İnsanların özel hayatlarından vakit ayırıp başkaları için birşeyler yapmaya çalışması gerçekten hoş, huzur veren bir duygu. İnsanın içini anlamsız bir mutluluk kaplıyor. Bu tanışma toplantısında iki hanımefendi Lösev'in çalışmaları hakkında katılan gönüllülere derinlemesine bilgiler verdiler. Toplantıda anlatılanlar ve lösemi hastalığı hakkında sizlere kısa bilgiler vermek istiyorum.

Lösemi halkın diliyle anlatmak gerekirse kan kanseri olarak belirtebiliriz. Lösemi yaklaşık 3 yıllık bir tedavi sonucu %90 -91 varan düzeyde tedavi edilebiliyor. Tabiki bu süreçte tedavi masrafları çok yüksek. 150 ile 250 bin Tl arasında bir fatura çıkıyor. Türkiye'de bu hastalığın pençesinde olan insanlarımızın %80 askeri ücretin altı %17 sı ise hiç geliri olmayan insanlar. Lösev istanbul'da ki şubesinde yaklaşık olarak 80 çocuğumuzun ihtiyaçlarını gideriyor. İhtiyaçların içinde eğitimde var tabi. Ayrıca aylık olarak karşılıksız bir şekilde 250TL'lik burs bile veriliyor. Bunun yanında Ankara'da dünyanın ilk bedava ve özel hastanesi Lösante'yi kurmuşlar. Daha insanar için o kadar çok şey yapıyorlar ki. Mesela dünyada bir ilk olan lösemili çocuklar haftasını düzenliyorlar. Bu haftada dünyanın farklı yerlerinden çocuklar birbirleriyle kaynaşıyorlar. Başka, ailelerine meslek bile kazandırıyorlar. Ve bu yardımların büyük bir bölümünü gönüllüler üstleniyor.
Yazıcak o kadar çok şey var ki yazmakla bitmez.

Sizde bi gönül verin.

Tiyatro - Maskeliler





Oyunun konusu Filistin'de bir kasap dükkanında geçiyor. Üç filistinli kardeşten ortancası Filistin direnişçilerinden biridir. Küçük olan ise bu kasap dükkanın sahibi , büyük olan ise bir lokantada çalışmaktadır. Kasabaya yapılan saldırı sonucu filistin direnişçilerinin kayıplar vermesi üzerine direniş yönetimi kendilerini ispiyonladığını düşündüğü kişilerin sorgulanması ve cezalandırılması için ailenin ortanca kardeşi kasabaya gönderir. Ortanca kardeş için zor olan ise şüphelilerden birisinde büyük kardeşi olmasıdır. Kasap dükkanında hem aile içi hemde yapılan hainliğin sorgulaması yapılacaktır.

Deepnote: Teve ekranlarından da tanıdığımız insaların sahnelediği bu dram tarzı oyun, gerçekten oyunculuk performansı ve konusu olarak ilgici çekici. Politik olmasının yanında güncel olmasıda oyunun artı yönlerinden biri. İzlemenizi öneririm.






Yazan : ILAN HATSOR
Yöneten : TANER BARLAS
Yardımcı Yönetmen : ALİYE UZUNATAĞAN
Çeviren : N. TARHAN
Oynayanlar : LEVENT ÜZÜMCÜ , MEHMET GÜRHAN , SERDAR ORÇIN
Sahne Tasarımı : DUYGU SAĞIROĞLU
Kostüm Tasarımı : ZUHAL SOY
Işık Tasarımı : MURAT İŞÇİ
Müzik Yönetmeni :
Yönetmen Yardımcısı : PıNAR AYGÜN-DERYA ÇETİNEL-SAMET HAFIZOĞLU

Bypass

Bakan Unaktıan güzel ülkemize Amerika'dan dönüş yapmış. Hadi geçmiş olsun. Ucuz atlattı. Malum kalp bu , başka birşeye benzemez. Annem'de de bulunan bu muzdarip hastalıktan kurtulabilmek için bypass'ından tutunda farklı tedavi şekillerine kadar denemediğimiz yöntem kalmadı. Eh işte bugün çok şükür ayakta. Fena sayılmaz. Biraz dertlendim. Hastalık zor.
Asıl konumuza dönecek olursak eğer bağlamak isediğim nokta birçok hasta Atatürk'ün kendini emanet ettiği gibi kendilerini Türk doktorlara emanet ederken sayın Unakıtan neden emanet edememiştir? Sonuçta insan kendini daha emin ellere teslim etmek ister , Türk doktorlarına güvenmemiş olabilir. Bu da doğaldır. Peki Türkiye Cumhuriyeti'nin bakanı Amerika'da yapılan bu ameliyat için harcalamarı kendi cebinden mi ödemiştir? Yoksa devletemi ödetmiştir? Kendi cebinden ödediyse zaten söyleyecek lafımız yok. Ya devletin kasasından yani bizim cebimizde çıkıyorsa. Düşünün; yol masrafı , otel giderleri , ameliyat masrafı , refakatçi veya refakatçilerin masrafları gibi parasal konularda halka ödetilen fatura ne kadardır?

Kendi adıma açıklama yapılmasını istiyorum.

Psikopat - Keith Ablow



Bundan bir iki ay önce bitirdiğim ama tanıtmaya fırsat bulamadığım Psikopat isimli kitabı tanıtmaya ve kitap hakkında ki düşüncelerimi sizinle paylaşmaya çalışacağım.

Kitabın boşrolü olarak tanıtmlayabileceğim iki karakter bulunmakta. Bunlardan birincisi uzun boylu , çok yakışıklı olmamasına rağmen çekici ve işinmde çok başarılı olan psikiyatrist Jonah Wrens. Diğeri ise yine uzun boylu ,orta yaşlarda , çözdüğü davalarla öne çıkmış bir psikiyatrist Frank Clevenger.
Jonah sabit bir hastanede görev yapmamakta , kısa süreli olarak hastanelerde çalışıp hastane hastane dolaşmaktadır. Giyimine dikkat etmesi , altındaki arabanın BMW X5 olması , çekiciliği , konuşmasındaki güvenirlik ile hem manevi olarak hemde maddi açıdan karşısındakini çok rahat etkileyebilmektedir. Kitapdaki karakterimizin üstlendiği rol ise dış görünüşüne göre tamami ile terstir. Bu kadar olumlu özelliklerine rağmen karakterimiz içindeki öldürme içgüdüsüne karşı koyamamaktadır. Yaptığı ülke içi yolculuklarında yollarda karşısına çıkan otostopçuları arabasına alıp , kendileri ile hayatlarını paylaşmalarını istemektedir. Kendisi ile hayatlarını paylaşmadığını düşündükleri insanları vahşice boğazlarını keserek öldürüp, kurbanlarından kan örnekleri almaktadır . FBI bu olaylar karşısında herhangi bir çözüme ulaşamamaktadır.
Frank Clevenger bir önceki cinayet davasında büyük bir başarı yakalamış bir cinayet vakasını çözmüştür. Bu aile cinayetinde suçluların aile fertleri çıkması ile ailenin küçük oğlu ortada kalmıştır. Bunun üzerine ortada kalan genci Frank evlat edinir.

FBI çözemediği bu davada Frank'den yardım ister. Artık oyun başlamıştır. Bu iki dahi psikiyatrist arasında ki psikolojik savaş gazetelerden birbirlerine yazdıkları mektuplarla ortaya dökülmeye başlar. Bu psikolojik savaş içinde Frank babalık görevlerini yerine getirmeye çalışırken ayrıca FBI'da aynı dava içinde beraber çalıştıkları bir ajana aşık olmasıyla konu daha da içinden çıkılmaz bir hal alır.


Deepnote: Konu olarak çok üst düzeyde olan bir kitap değil. Bir iki ince ayrıntı dışında klasik amerikan filmlerinin senaryolarına benziyor. Hani öyle sonunu çok merak ettiren cinsten bir kitapda değil. Biraz gerilim , biraz psikoloji , biraz aşk , biraz aile temaları ile bezenmiş orta sınıf bir kitap.

Yiğit Özgür'den



deepnote: Birilerine ithafen...

Neyzen Tevfik





Bir şiir;

Felek

Yamansın her zaman aldattın beni,
Kâh düşürdün kâhi kaldırdın felek!
Mecnun'sun diyerek Leylâ peşinden,
Issız vâdilere saldırdın felek!

Rehbersin dedin ben ise kördüm,
Elimle başıma çok çorap ördüm.
Kendimi bıraktım âlemi gördüm,
Hesapsız günahlar aldırdın felek!

Şifadır dedin zehir tatdırdın,
Gençliğin okunu boşa attırdın,
Körlerin yurdunda ayna sattırdın,
Çıkmaz sokaklara daldırdın felek!

Barışmadı gönlüm merd ile zenle,
Ne bir iş bilenle, ne boş gezenle
Hicran köşesinde bozuk düzenle,
NEYZEN'e her telden çaldırdın felek!

Sahra-i cedid 1913




Bir fıkra;


Yesilayci bir profesör, "içkinin zararlari" konulu bir konferans veriyormus.Konusmasinin bir yerinde dinleyicilere sormus:
" iki kovadan birine raki digerine su doldurup bunlari bir esegin önüne koysak, esek hangisinden içer acaba " Dinleyiciler hep bir agizdan " Suyu " demisler. " Neden suyu içer" demis profesör, Neyzen hemen atilmis " Esekliginden "
Ahmet Rasim milletvekilligi döneminde bu espriyi Mustafa Kemal'e anlatmis.M.Kemal bunu çok begenmis.
Atatürk beraberindekilerle bir aksam çiftliginde içerken,az ötede dolasan bir köylü çocugunu yanina çagirarak sormus :
--Biz ne yapiyoruz ?
--Raki içiyorsunuz.
--Söyle bakalim, iki kovadan birine raki digerine su doldursak,bunlari esegin önüne koysak,esek hangisini içer ?
--Rakiyi !
--Aman,demis,sebebini sormayalim!!!



deepnote: Büyük adammış Neyzen. Usta'ya saygıyla...

1968, Sosyalizm ve CHP

Sosyalizm’in asıl amacını bilmeden konu hakkında söyleyeceklerimiz havada kalacaktır. Ülkemizde yıllarca sosyalizm hakkında kötüleme politikaları ile insanların kafasında farklı bir imaj oluşturulmasının yanında başa gelen bazı partilerin ve insanların sosyalizm’i kullanarak yaptıklarıda ortadadır. Son yirmiyıla bakarsanız eğer ne demek istediğimiz daha net anlaşılacaktır. İlkönce sosyalizm’in ne demek olduğunu açıklamak faydalı olacaktır. Sosyalizm veya toplumculuk, iktidar ve üretim araçlarının halk tarafından kontrol edildiği bir toplum fikrine dayanan bir düşünce sistemidir. Sınıfsız bir toplumun yaratılması amacı gütmektedir. Yani kısacası herkesin eşit olduğu bir toplum yaratma düşüncesidir.

Günümüze gelecek olursak eğer şuanda sosyalist bir parti olduğu söylenen CHP , en ön saflarda gelen partidir. Peki CHP gerçekten sosyalistmidir? Bana soracak olursanız eğer , CHP ne kadar da sosyalist olduğunu söylesede ne sosyalizm ile ne de parti isminde bulunan halkçılık ile yakından uzantan alakası yoktur.
Bunu biraz daha açmak gerekirse eğer halkın sorunlarına eğilip , halkla birleşmeyen , doğu ve güneydoğu anadoluya uğramayan bir parti nasıl halkçı , sosyalist bir parti olabilir. Bu söylemler sadece ve sadece lafta kalır. Sosyalizm herkesi kucaklarken , siz sadece aydın kesimi diye hitap edilen kesimleri kucaklıyorsanız eğer siz nasıl olurda halkçı olduğunuzu idda edersiniz.
1968 Kuşağını bugün ile kıyaslama yaparsanız eğer aradaki farkı çok bariz bir şekilde görmeniz kaçınılmazdır. Bugün lafta sosyalist olduğunu söyleyenler ancak kapitalistlerin yandan yemişleridir.

Bahtiyar öksüz kaldı






Geçiyor önümden sirenler içinde
Ah eller üstünde çiçekler içinde
Dudağında yarım bir sevda hüznü
Aslan gibi göğsü türküler içinde

Rastlardım avluda hep volta atarken
Sigara içerken yahut coplanırken
Kimseyle konuşmaz dağ gibi titrerdi
Çocukça sevdiği çiçeği sularken

Diyarbakırlıymış adı bahtiyar
Suçu saz çalmakmış öğrendiğim kadar
Geçiyor önümden gülyüzlü bahtiyar
Yaralıyım yerde kalan sazı kadar

Beni tez saldılar o kaldı içerde
Çok sonra duydum ki Yozgat'ta sürgünde
Ne yapsa ne etse üstüne gitmişler
Mavi gökyüzünü ona dar etmişler

Gazete çıktı üç satır yazıyla
Uzamış sakalı çatlamış sazıyla
Birileri ona ölmedin diyordu
Ölüm bir yanında hüzünle gülüyordu


deepnote: Yusuf Hayaloğlu'nu kaybettik. Başımız sağolsun.

Kime Saygı

Çok severek okuduğum ve yazdığım Penche'de ki arkadaşlarımızdan biri çok ilginç bir noktaya haftaiçi kısada olsa ile değinmişti. Bende bu ilginç olaya dikkatinizi çekmek istiyorum.

Geçen hafta içesinde THY yollarına ait olan bir uçak Amsterdam'da düştü ve bu kazada 9 insan hayatını kaybetti. Bu acı olay üzerine haftasonu oynanan Türkiye futbol ligindeki maçlarda ölenler için 1 dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Belki buraya kadar "eee bundan ilginç veya gariplik nerede?" diyenleriniz olabilir. Biraz düşünelim. Ülkemizde her yıl trafik kazalarında yüzlerce insanımızı kaybediyoruz. Bu kazalardan bazıları katliam gibi. Ama ben bugüne kadar bu kazalardan sonra herhangi bir saygı duruşu yapıldığını hatırlamıyorum. Böyle birşeyi hatırlayanınız varmıdır? Sanırım olmayan bir olayı hatırlayamazsınız. Peki karayollarında ölen insanlarımızın bindikleri araçlarmı ucuzdu da saygı duruşunda bulunulmadı yoksa bu insanlarımız diğer insanlardan dahamı değersizdi de umursanmıyorlar. Veya şöylede bakabiliriz karşımızdaki resime; uçak kazasında ölen insanların üzerinden diğer ülkelere gösteri mi yapılmaya çalışılıyor? Nedir bu farkın nedeni?

deepnote: Ölenlerin yakınlarına ,sevdiklerine sabır ve başsağlığı diliyorum.

Amme hizmeti - 50$ Cepte

Cep ya da Sabit telefonunuza +39319326 ile başlayan numaralardan ( +39319326xxxx) gelen cevapsız aramaları dikkate almayınız ve kesinlikle geri aramayınız.

Yeni bir dolandırıcılık yöntemi olan bu yöntem ile telefonunuz bir kez çalıyor ve kapanıyor. Siz cevapsız çağrıyı gördüğünüzde numarayı geri arıyorsunuz.
Karşınıza çıkan ve çeşitli dillerde konuşan robot ile yaptığınız görüşmenin dakikası 50$ civarında bir rakam olarak kullandığınız hattın faturasına ekleniyor.

!!! Bu arama tamamen yasal olduğu ve aramayı siz yaptığınız için kesinlikle itiraz etme şansınız bulunmamaktadı r. !!!