Yüz Karası (6-7 Eylül)


Çocukluğumun , gençliğimin en güzel günlerinin geçtiği , aileme yuva olan bina bir ermeni vatandaşımıza aitti. Oturduğumuz semtde kiliseler , ermeni okulları vardı. Buralarda bizlerle gayrimüslim vatandaşlarımız komşu olmanın ötesinde dosttuk. Beraber tatile gider , sohbet eder, boş olan tarlada çocuklar top oynar, birbirlerimizin baramlarını kutlardık. Unutumam , amcamın oğlu mahalemizde daha önceden sima olarak tanıdığı bir ermeni arkadaşımızın bayramımızı tebrik etmesinin devamında şaşırıp, sormuştu;”Bu arkadaş hristiyan değilmi? Nerden çıktı bu kutlama?” Biz buyduk. Dostduk. Hep de öyle kaldık.
Yakın zaman içinde vizyona girmiş olan yönetmenliğini Tomris Giritlioğlu'nun yaptığı “Güz Sancısı” filmini izlemiş olanlar belki vardır. Bazılarının aklında bu filmde ki rum kızının güzelliği , şivesi veya rum kzıyla , türk erkeğin aşkı kalmış olabilir , bizim ise belkide yeni neslin çoğunun bilmediği , hatırlanmak , hatırlatılmak istenmeyen , unutturulmak istenen 6-7 Eylül 1955 yılında yaşanan Türkiye'nin yüz karası olmuş olaylar hafızalarımızda kaldı.
Tarih tekerrürden ibaret değil insanların yalnışlarından ders almamasıyla doludur.
Konuyu kısa bir şekilde incelemeye başlayalım isterseniz. Yıl 1955 , Kıbrıs'da ki Türklere karşı baskılar artmıştır. Bu yaşananların üzerine Türkiye'de konu ister istemez buraya kilitlenmiş , baş köşeye oturmuştur. Bu süreç içerisinde İstanbul Ekspres gazetesi tarafından bastırılan Kıbrıs Türktür Cemiyeti tarafından İstanbul'un her tarafında dağıtılamaya başlayan gazeteler ile müslümanların gayrimüslim vatandaşalara karşı galyena getirme çabaları yoğunlaşmıştır. Bu olaylardan önce gayrimüslimlere karşı olan siyasi baskılardan söz etmeyeceğim , ne bu kadar derinlemesine bilgi sahibiyim ne de kaynak göstererek fazla derinlere inip sizi sıkmak istemem. 6 Eylül 1955 günü Selanik'de Atatürk'ün evine bombalı saldırı yapıldığı ilkönce radyolardan daha sonra İstanbul Ekspres gazetesi tarafından yapılan ikinci baskıyla İstanbul'a dağıtılır. Sadece İstanbul içerisinden değil , yakın illerden de olmak üzere otobüsler ile insanlar taşınarak gayrimüslimlere karşı linç ve yağmalamalar başlar. 2 gün süren olaylarda 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5.317 mekân saldırıya uğramış , insanlar öldürülmüştür. Bazı kaynaklarda tecavüz olaylarının yaşandığı belirtilmektedir. Bu olaylarının devamında birçok gayrimüslim Türkiye'yi , anavatanlarını terk etmek zorunda kalmıştır. Daha sonra ki açıklamalarda Selanik'de ki bombaalmanın Oktay Engin isimli bir Türk tarafından yapıldığı da açıklanmıştır.

Wiki;
6-7 Eylül olaylarının olduğu sırada Seferberlik Tetkik Kurulu'nda görevli olan, 1988-1990 yılları arasında MGK genel sekreterliği yapan Sabri Yirmibeşoğlu, 2001 yılında Aksiyon dergisi'ne verdiği röportajda 6-7 Eylül olayları hakkında şu demeci vermiştir.

"6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı."

Sonuç olarak Müslüman olduğunu idda eden bir toplumun başka dinlere mesup insanlara karşı yaptıkları ne dinle , ne de insanlıkla bağdaşmamaktadır. Bu yaşananlar Türkiye'nin yüz karası olarak tarihe geçmiştir.

O Olmazsa Yaşayamam - Can Yücel


O olmazsa yaşayamam
O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle O daha az sever seni,
Senin O'nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir Şeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden,
Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak...

Can YÜCEL

Rezillikler Diyarı

Fenerbahçe Ülker – Efes Pilsen basketbol maçında yaşanan rezilliği nasıl anlatırsak anlatalım kelimeler kifayetsiz kalacaktır. Yaşanan bu olayın çok sıcak olması itibariyle Fenerbahçe'ye yüklenecek gibi gözüksek de bu sorun sadece bu camiayı ilgilendirmemekte Türkiye'nin genelini kapsamaktadır. Malesef ki yıllarca x kulübün parası var , y kulübün lobisi var , yok onun burada tanıdığı var düşüncesiyle sessiz kalınan , ufak tefek cezalar ile örtbas edilen bu rezilliklerin başlıca sorumluları ağzından çıkanlardan habersiz yöneticiler -Aziz Yıldırım , Mahmut Uslu , Murat Özaydınlı , Adnan Polat, Yıldırım Deirören , Ali İpek, Cemal Aydın- , bunlara çanak tutan basın , federasyon ve görmezden gelen devlet yetkilileridir.
Kapitalizm'in girdiği her alanda bu tür davranışlar hızla artmaktadır. Özellikle son yıllarda Fenerbahçe gibi camiaların yöneticiler tarafından pompalanan başarı için herşey mübahtır manteletisi tribünleri hızlıca sarıp , başarısızlıkta istenmeyen tepkilere neden olmaktadır. Özel hayatında kültürlü , eğitimli olan insanların bu hale gelmesi kesinlikle tesadüf olamaz. Yöneticilere eşlik eden basın tarafından uzun bir vade de insanların bilinç altına yerleştirilen bu düşünce tarzı , sporun anlamını bilmeyen, başarıya aç topluluklar yaratmıştır. Bahsetmiş olduğum bu süreçte tribünlerdeki insanları dolduruşa getiren , bu tarz olayların başlıca aktörleri olan yöneticiler ise istedikleri gibi at koşturmaya devam etmektedir.
Federasyonlar bu yaşanan olaylara alet olmakta kaz yanmasın diyerekten olayları yapanlara göz boyamak amacıyla saçma sapan komik cezalar vermektedir.
Basın için söylenecek pek bir şey yoktur. Tek derdi ne kadar gazete satarım , ne kadar izlenirim olan bir topluluğun yapacağı davranış dün , bugün ve yarın ki gibi yine ortalığı karıştırıp , kenara çekilerek zevkle izlemektir.
Devlet yetkililerin sessizliğini ise nasıl anlatabiliriz bilmiyorum Ama akla yatan tek neden oy kaybı olarak gözükmektedir. Sahada oynayan oyunculara fiili saldırıda bulunan insanların birilerinin araya giremesiyle nasıl kısa sürede ceza almadan , içeriden çıkartıldığını sanırım bilmeyen yoktur. Bu araya girmeler olmasa bile ne kadar ceza aldığı veya almadığı ortadadır. Adaletin tribünlerde , adı spor kulübü olan oluşumlarda neden geçerli olmadığını ise kara kaplı kitapta yazanlarla nasıl açıklarız bilmiyorum.
Bu yaşanan rezilliklere sen öyle yapmıştın , yok tahrik ettiler, yok emniyet yeterli tedbir almamıştı, gibi saçma sapan kılıflar uydurarak olayın vahimiyetini hafifletmeye çalışmak hatadır. Aksine bunu yapan camialarda dahil olmak üzere bu tür olayların üstüne gidilmesi gerekmektedir ki bir daha yaşanılmasın.

Ülkenin prestijinin ne hale geldiğini yazmaya gerek bile duymuyorum , herşey ortadadır.

Lucescu'nun bir lafı ile yazımı bitiriyorum;”Türkiye , Çavuşesku'nun Romanyası gibi olmasın.”

Empati - Adam Fawer




Tanıtmaya çalışacağım kitabın ismi Epmati , yazarı ise Adam Fawer. Blogumu takip eden arkadaşlar önceki zamanlarda Adam Fawer'ın “Olasılıksız” isimli kitabını tanıtmış olduğumu hatırlayacaklardır. Bu iki kitabı beğenmiş olsam da yazarın gerek uslubu , gerekse konu seçimi kitapları için fazlasıyla benzerlikler taşıyor. Konu olarak yine psişik güçleri ele alan yazarımız Olasılıksız'da ki bol aksiyon sahnelerini tamamıyla Empati'ye yansıtmamış , biraz daha durağanlığa bırakmış olsada aksiyonlardan yine uzak kalamamış. İşlenen konu olarak da zaten uzak durması beklenemez. İnsanoğlunu doğasında bulunan güç sevdası bu tür konular her zaman ilgi duymasına neden olmuştur. Gerek çizgi karakterler , gerek kitaplar , gerekse filmler bunun birçok örnekleriyle doludur. İsterseniz kitabın konusuna geçelim.

Kitabın konusu insanların duygularına , düşüncelerine hükmedebilen psişik güçleri sahip olan çocukları bulup , istediği şekilde yetiştirip , kullanmak isteyen bir organizasyon üzerine kurulu. Ufak bir not ekleyelim , kitabın sonunda ki dipnotda da kitap içinde olayların ne kadar da bir kurgu olduğu söylensede bu tür çalışmaların nazilerden , abd'ye kadar farklı ülkeler tarafından yakın tarih içerisinde yapıldığı söylenmekte. Darian , organizasyon için kendisi gibi olan bu tür çocukları para karşılığı bulmaktadır. Yeni görevinde bir okulda öğretmen olan Laszlo Kuehl yolları kesişir. Laszlo dünyada kendisi gibi insanların olduğunu öğrendiği günden itibaren bu tür çocukları bulup , eğitmektedir. Darian aldığı görevlerde farklı kimlikler içerisinde hedefine ulaşabilen , birçok erkeği baştan çıkarabilecek bir kadın olmasının yanında psişik güçlerede sahiptir. Şimdi ki hedefi ise Laszlo baştan çıkartıp , sınıfında bulunan iki çocuğu ele geçirmektir. Bunlardan birincisi Winter Zhi'dir. Winter populer , devamlı pozitif elektrik yayan bir kız çocuğudur. Diğeri ize Winter'ın aksine içine kapanık , yaşıtları tarafından dışlanan Elijeh Kohan isimli erkek çocuktur. Darian'ın Laszlo baştan çıkartıp , kendine aşık etmesi uzun sürmeyecektir. - Daha sonraları Darian'da aşık olacaktır- Yaşadığı aşk ile sersemleyen Laszlo , Darian'ın söylediklerine kolayca kanacak , çocukların başka bir eyalet de organizayon tarafından daha iyi bir eğitim alacaklarını kabullenecektir. Çocukların ailelerini ise ikna etmek çok zor olmayacaktır.
Kitabın ana karakterlerinden biri olan Jill manastırda eğitim alan bir yetimdir. Diğer iki karakterden çok daha büyük psişik güçlere sahiptir. Manastırda istemeden rahibenin birini baştan çıkartıp , Peder Sullivan'a yakalanmasıyla manastırdaki zindana kapatılır. Peder , Jill'in içerisine girdiğini idda ettiği şeytanı çıkartmak için günlerce genç kıza işkenceler yapacaktır. Bu işkenceler esnasında organizasyonun Jill'den haberi olur ve Jill'i getirmesi için Darian görevlendirilir.

Kitabı iki kısma ayırabiliriz. Birincisi çocukluk yılları , ikincisi Winter ve Elljeh'ın çocukluk yıllarını hatırlamadığı olgunluk dönemleri. Bu dönemler içerisinde de kitap beş ana karakter üzerinden ilerlemeye devam ediyor.
Kitabın giriş kısmı böyle , fazla ayrıntıya girip tadını kaçırmanında manası yok diye düşünüyorum. Aksi taktirde ben yazar dururum , eğer öyle olursa da kitabın ne tadı kalır dimi?
Aksiyon , duygusallık , süprizlerle dolu bu kitabı okumanızı önererek yazımı sonlandırıyorum.
İyi eğlenceler.

Şeref'imizsin



Şampiyon olduk işte Beşiktaş'ım bu sene
Koyduk işte cimbomboma fenere
Bu şampiyonluk ŞEREF BEY'e hediye.


Bir topçu için sayfalar dolusu yazanları geçmişlerine vefa gösterirkende görmek isterdik. Olmadı. İnşallah seneye.

Şerefimizsin.
14.06.2009 Pazar

Ego, para , futbol

İlkönce Mehmet Topuz Fenerbahçe'ye hayırlı olsun diyelim. Son iki haftadır yaşanan bu transfer için kazanan kaybedenleri yazarak da devam edelim.

* Mehmet Topuz iyi bir oyuncumudur? Evet, kesinlikle iyi br oyuncudur-kendi adıma-. Ama iyi oyuncu olmak iyi insan olmak anlamına gelmez. Bu transfer süreci içerisinde yaptığı konuşmaların ne kadar düşüncesizce yapıldığı ortadadır. Bu işten para kazanan bir insanın söylemlerine dikkat etmesi gerekmektedir. Sadece yaptığınız iş için değil hayatınızı diğer alanlarında da bu geçerlidir. Halk arasında “on kere düşün , bir kere konuş” diye bir laf vardır. Bu sözü hayatınıza geçirebilmeniz ise zeki , eğitimli , hayat tecrübenize ve ahlakınızın olmasına bağlıdır. Tabi ki Mehmet Topuz'un tamamıyla ahlakına laf edemeyiz , ama bir tarafının eksik olduğunu söyleyebiliriz. Mehmet Topuz bu transfer olayında insanların gözünde lafının arkasında duramayan bir karakter olarak hafızalara kazılmıştır. Belki aklınızda şu düşünce yer etmiş olabilir;”arkadaş bu kadar baskıya iyi dayandı.” Bu düşünce gerçekleri örtmektir. Çünkü insanın prensipleri , duruşu olaya göre değişmez . Değişiyorsa duruş olmaz , prensip olmaz.


* Fenerebahçe yönetimin değilde Aziz Yıldırım'ın kazandığı prestije gelirsek eğer her zaman ki gibi Aziz Yıldırım basını iyi kullandı. Mehmet Topuz'un yaptığı açıklamalardan sonra çıkan haberlere bakarsak eğer bunu net şekilde görürüz. Bunun yanısıra Kayseri yönetimininde bu baskıya eşlik ettiğinide fazlasıyla söyleyebiliriz.Tabiki başka kimlerin bu olaya dahil olduğunuda bilmiyoruz.
Aziz Yıldırım hiçbir kimsenin isteğine aldırmadan yaptığı bu transfer ile ben istedeğimi alırım , kararı ben veririm, para bende , güç bende tavırlarıda bir kez daha görülmüş oldu.Bunun yanısıra sezon boyunca yaşanan başarızlığı daha öncelerde olduğu gibi konuyu değiştirerek ört bas etmeyi başardı. Bir başka taraftanda bakarsak eğer bu transfer için ödenen ücretin yüksekliği. Mehmet Topuz bu ücreti hak edecek bir oyuncumudur? Bence değildir desek de ilerki günlerde bu net şekilde göreceğiz.

* Fenerbahçe seyircisi ise bu transferi diğerlerinde olduğu gibi yadırgamayacaktır. Bakın seyirci diyorum , taraftar demiyorum Mehmet Topuz'un sahaya çıktığı ilk anda tribünlerde bir tepki olsada cılız kalacaktır ki 55000 kişilik bir stadda taraftar sayısının ne kadar olduğu ortadadır.


* Kayseri'nin tutumu için ise birçok teori üretilebilir. Devre arasında bu oyuncu için 11 milyon avro teklifi yapan bir kulüp ile hiç görüşmeden başka bir kulübe söz vermek gariptir. Sonuçta kazanacak olan camia , kulüp , oyuncudur. Bu garipliği “biz söz verdik“ diyip, oyuncu üzerinde baskı kurmaya çalışmayı kimseye anlatamazsınız. İnsanlar bunun altında başka şeyler ister istemez aracaktır. Başka bir açıdan bakarsak eğer Ertuğrul Sağlam ile başlayan yükselişin devamında ki yıldan sonra bu sezon Kayseri geriye doğru gitmeye başlamıştır. İlk önce Gökhan Ünal'ı gönderen Kayseri yönetimi bu oyuncunun yerini dolduramamıştır. Bugün ise Mehmet Topuz'u satmıştır ve büyük ihtimal ile yine dolduramayacaktır. Kayseri tarafı bu işten maddi olarak kârlı çıkmış gözükse de sportif başarı açısından daha da diplere inecek gibi gözükmektedir.


* Yıldırım Demirören'in bu güne kadar kırdığı cevizlerin haddi hesabı olmadığı için bu transfer hikayesinin hüsranla sonuçlanmasınıda yadırgamamak gerekir. “Daha yönetim , Demirören ne yapsın?” diyebilirsiniz. Bence demeyin. Bir transfer ancak bu kadar kötü yönetilebilirdi. Ve yönetildi de. Hele ki Beşiktaş Başkanı olmuş birisinin başka bir camiaya hakaret etmesi , tevede ne olduğu belirsiz bir insan ile belden aşağıya laf yarışına girmesi af edilemez. Yıldırım Demirören kendine edilen laflara Beşiktaş başkanına yakışır , zeki bir şekilde cevap vermesi gerekiyordu , ama her zamanki gibi yine eline yüzüne bulaştırdı. Sayın Demirören bir defa daha bu camiaya başkan olamayacağını ispatlamış oldu.
Mehmet Topuz transferinde oyuncuya yönetim tarafından veya başka birileri tarafından bir baskı yapılmışmıdır bilemiyoruz. Sadece bildiğimiz Beşiktaş camiasının lobisi olmadığını yaşanan bu olaylardan sonra bir kez daha anlamıştır olmasıdır. Burada kaybedilen ise sadece iyi bir oyuncudur , olayı farklı yerelere çekmenin manası yoktur. Farklı bir açıdan da bakacak olursak eğer bu kadar gündemde , ücreti yüksek olan bir oyuncunun kadro da ister istemez yaşatacağı sıkıntının bir şekilde aşılmış olmasıdır. Bir nusubet , bin nasihata bedeldir. Ama başka bir daha gerçek vardır ki Aziz Yıldırım , Yıldırım Demireören'e büyük bir darbe vurmuştur.


* Beşiktaş taraftarının duygusalllığından mı , ders almamasında mı yoksa saflığında mı kaynaklanmaktadır bilmiyorum ama birçok sefer yaşanan ben doğuştan x takımlıyım safsatalarına inanması gariptir. Yakın zamanlarda bu ve benzeri birçok olay yaşanmışken bir oyuncunun laflarına inanıp oyuncuyu bu kadar savunulmaya çalışılmasının mantıklı bir açıklaması olamaz diye düşünüyorum. Taraftarlık renkleredir. Bir oyuncu gelir , bir oyuncu gider. Kalan Büyük Beşiktaş'tır. Umarım yaşananlar Beşiktaş taraftarına bir ders olur.


* Tabi ki yazımda spor basının es geçmek olmaz. Her zamanki gibi trajlarını arttırmak için ellerinden geleni yaptılar. Para için ahlakları olmadığını yedi düvele ispatladılar.


* Bu transferi içinde spor dünyası dışından farklı kişilerin karıştığı söylemleride mevcut. Boş söylemlere yorum yapmayı sevmem ama eğer böyle birşeyler var ise vay futbolun haline vay.

Sonuca gelirsek eğer yine kaybeden Türk futbolu ve taraftarlar. Hadi geçmiş olsun.

Şeref Bey Haftası ( 8-14 Haziran )





Beşiktaşlılar,

Artık 3 yıldır geleneksel hale getirmek için çabaladığımız, “Haziran'lar Şeref'imiz için vefasızlıkla süslenmesin" diye koşturduğumuz günlerdeyiz yine...

Gelenek dediysek arkasında ilk duracak olan yine bizleriz diye başladık her Haziran'da koşturmacaya...

Şu günlerde "Şampiyon Beşiktaş" diye yeri göğü yıktığımız, dört bir yandan sımsıkı sarıldığımız Beşiktaşımızın Futbol Şubesinin kurucusu, bu yolda sağlığını feda edip hayatını da son nefesinde "Beşiktaşa Feda" sözleriyle noktalandıran Ahmet Şerafettin Bey anısına, "Şeref Bey Haftası" olarak yaşamaya, yaşatmaya meylediyoruz yine...

14 Haziran Pazar günü Saat 15:00 da "Şeref"imizi anmaya gitmek için toplanıyoruz.

Kazanda toplanıp "Şerefimize" gidiyoruz

ORADA OL !!!

Kabir Adresi: Çırağan Caddesi Yahya Efendi Sokak / Beşiktaş

Ulaşım Bilgileri: Beşiktaş'tan Ortaköy ve Boğaz yönüne giden otobüsleri kullarak Yahya Efendi Mezarlığına ulaşabilirsiniz. Yapmanız gereken Yahya Efendi durağında inip yaklaşık 200 metre yokuş yukarı yürümek.
14 Haziran Pazar günü Saat 15:00 dan itibaren kazanda buluşup toplu gidilecektir.

Mavi gözlü dev , Nazım Hikmet




Yaşama Dair

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi meselâ,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani, o derecede, öylesine ki,
meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut, kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak, yani ağır bastığından.

1947

Transfer geyikleri

Sezon bitti ve yine yaz aylarında yapılan karalamalar forumları doldurmaya başladı. Bu yazılar içerisinde okunması gerekenlerin yanında çoğunluğu düşünmeden yazılan , beni deli eden ,dalga geçilmeyi hakeden yazılar fazlasıyla mevcut. Şimdi diyeceksiniz ki “arkadaş niye dalga geçiyorsun?” Niye dalga geçmiyim? Sen o yazıyı düşünmeden , araştırmadan yazarsan dalga geçilmeyi hak ediyorsundur demektir.

Forumlardan , kıyıdan köşeden alıntılar ile başlayalım.
Konu Bobo; gitmek istediğini açıklamasıyla -sezon içinde bu tür düşünceler kelimelere yine dökülmüştü- şöyle yorumlar çıktı , “Arkadaş çoğu maçta formasını bile ıslatmadı , pres bile yapmadı. Gitsin.”
Santrafor oynayan , kendini ispatlamış, kalitesinin farkında olan bir oyuncunun gönderilmesi için böyle bir savunma yapmak komedidir. Acaba İnter taraftarı İbrahimoviç için böyle bir yorum yapıyormudur? Veya M.U taraftarı Ronalda için.

Başka bir örnek verelim.
Konu Zapo; “Ben kulübede oturan yabancı oyuncu istemiyorum.”
Eeee Türkiye liginde 8 yabancının sahada aynı anda bulunması gibi bir kural vardı da buna rağmen oynamıyordu , oynatılmıyormuydu? Bu gerçekten efasane bir yorum.

Konu transfer edilecek oyuncular; ”x,y,z gitsin. Yerlerine çift taraflı oynayan yıldız bir oyuncu alınsın” veya buna benzer bir yazı. Böyle durumlarda genellikle hep gönderilecek oyuncular yazılır. Ama nedense hiç gelecek oyuncular yazılmaz. Yazılan isimler için ise transfer ücreti , kulübüyle olan kontratı , kulübün bütçesininin bunu karşılıyıp karşılamayacağı hiç araştırılmaz. Sadece isim yazılır.
Ha birde atlamak olmaz , bu transfer edilecek oyuncunun devamına şöyle bir yazı da eklenir;"Bu oyuncuyu alırsak kesin şampiyonuz."

Ve bunun gibi sayısız örnekler sunabiliriz. Birşeyler yazılıyorsa eğer bunun araştırılıp aktarılması yazılan yazıya ayrı bir güzellik , okunabilme katar. Aksi taktirde internette byte çöplüğünden başka bir anlam ifade etmez.

Şimdi siz dersiniz ki " senin bu tür transfer yorumun yokmu?" Elbette yok. Transfer için araştırma , gözlem gerekir.
Yani bilgi olmadan fikir sahibi olunmaz.

endipnote:
Bu yazdığım örnekler Beşiktaş taraftarından olabilir ama yazılanlar sadece bizim için geçerli değildir. Diğerler kulüplerin taraftarlarıda üzerlerine bi zahmet alınsınlar.
Yok birbirimizden farkımız. -En azından bu konuda-