Şampiyon Beşiktaş JK

Söylenecek ne var ki? Gün bizim , bayram bizim. Şimdi doyasıya kutlama zamanı.
Ve son olarak, ne demiştik;”biz bu oyunu bozarız.”



Davetlisiniz... 8. Uluslararası Lösemili Çocuklar Haftası



30 Mayıs cumartesi 12-17 arasında Ortaköy'de düzenlenecek olan şenliğimize hepinizi bekliyoruz.

Bab-ı Esrar - Ahmet Ümit




Bugüne kadar Ahmet Ümit'in yazdığı hiçbir roman okumadım. Neden okumadığımı ise gerçekten bilmiyorum , benim gibi kitap seven bir insan için Ahmet Ümit'le bugüne kadar tanışmamış olmak gerçekten bir kayıp.
Kitapları okumaya başlamadan önce bir alışkanlık olarak kitapların ilk ve son sayfalarına bakarım. Hani sonunu merak ettiğimden filan değil , sadece kaynak veya özel bir not düşülmüşmüdür düşüncesiyle. Tanıtmaya çalışacağım Bab-ı Esrar romanında ise bolca kaynak ve araştırma mevcut. Bu araştırmalar kitabın değerini bir kat daha arttırmasın yanında okuyucuyu bilgilendirmesi açısından da önemli. Bu tarz bilgilendirmelere Adam Fawer'ın romanlarında da fazlasıyla rastlıyoruz.

Kitabın konusuna geçmeden önce karakterleri tanıtmakda yarar var diye düşünüyorum. Kitabın asıl karakterleri olmamalarına rağmen yaşamış , tarihte önemli yerleri olan iki karakter mevcut. Birincisi Mevlana Celaleddin , tanıtmak için fazla söze gerek olmadığını düşünüyorum. İkincisi ise Şems-i Tebrizi diğer adıyla Mevlana Muhammed'dir. Benim gibi birçok kişi bu ismi yeni duymuş olabilir düşüncesiyle kendisi hakkında tanıtıcı birşeyler eklemek veya yazmak şart diye düşünüyorum. Kitabın içinde bu insanlar hakkında bilgiler bulabileceksiniz ama benim gibi ortama hazırlıksız yakalanmanızı istemem.
Buyurun link;
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eems-i_Tebrizi

Diğer karakterlere geçecek olursak eğer kitabın kahramanı Karen Kimya Greenwood. Otuzlu yaşlarda , Mevlevi bir babadan , ingiliz bir anneden olan , bekar , güzel sayılabilir , iş kolik , hamile , sigorta şirketinde experlik yapan bir bayan.
Mennan ; özel sigortanın Konya'da ki acentesi. İmamlık eğitimi almasına rağmen eşinin telkinleriyle ticarete atılmış , tombul,samimi, din konularına düşkün yardımsever bir insan.
Poyraz Bey; Kimya Hanımın Mevlevi olan babası.
Ziya Kuyumcuzade; İkion Turizm'in sahibi.
Ve yan karakterler diyerekten sizleri sıkmadan konuya geçelim.

Karen Kimya Greenwood'un annesi ile babası bir semah gösterisinde karşılaşırlar ve aşık olurlar. Kimya Hanım'ın babası Poyraz Bey bir mevlevidir. Aşkından vazgeçemeyerek dergahı terk edip İngiltere'ye yerleşir. Belli bir zaman sonra hayatlarına giren Şeyh Nesim ile Poyraz Bey öyle birbirlerine bağlanırlar ki bunun sonucu olarak Poyraz Bey ailesini terk eder. Kitabın ilerki sayfalarında tekrar bu konuya dolaylı veya direk olarak değinelecek olduğunuda söyleyelim.
Kimya Hanım Konya'da bulunan müşterileri İkion Turizm ait olan Yakut Otel yangınını araştırması için görevlendirilir. Bu yangın hakkında adli makamlar kaza olduğunu belirtmiş olmasına rağmen ortada iki ölü ve sigortadan alınacak çok büyük miktar bir para vardır.
Kimya Hanım'ı sigorata acentesinin sahibi Mennan Bey karşılar. Eşyalarını bagaja yerleştirdikten sonra beraber otele doğru yol alırlar. Otele yaklaşmışlardır ki Şemsi Tebrizi türbesinin yakınlarında otomobilin lastiğinin patlamasıyla duraklamak zorunda kalırlar. Mennan Bey lastiği değiştirmek için uğraşırken Kimya Hanım'ın yanına cübbeli , gözlerinde sürmeli bulunan bir derviş yaklaşarak eline bir yüzük sıkıştırır. Kimya Hanım şaşkınlık içinde ne olduğunu anlamaya çalışırken Mennan Bey lastiği değiştirmeyi bitirmiştir. Bu yaşanan gariplik farklı bir dünyanın kapılarını açarak iki farklı dünya arasında gidip gelmelere neden olacaktır. Rüyalar, gerçekler , gerçeklerle karışmış rüyalar, dün,bugün , Mevlana ile şemsin ilahi aşkı , adli araştırmalar. Gerçekten çok güzel harmanlanmış bir kitap. Anlatım dili , konusu , okuyucuyu içine çekip farklı bir dünya yaratması ,sonunu sabırsızlıkla bekletmesi gibi bir roman içerisinde ne olması gerekiyorsa hepsi mevcut.

Bu kadar övdüğüme göre artık alıp okursunuz. :)

Çocukluk aşkı

Yirmiyıl önceydi sanırım. Ortaokul yılları , aile fakir , okul yakın. Cepte biriktirilen birkaç kuruş para. Oturduğum tarihi binada kapı komşumun oğlu Yavuz, Beşiktaş’lı.. Karar verdik , ilkkez gidicez maça. Aileler habersiz , cep de karşıya geçip dönecek kadar yol parası, bunun yanında birde bilet parası. Su içmeye kalksak birimiz yolda kalıyor , içmesek hava sıcak, bunalma, daralma. O zamanlar gece maçı filan yok , her maç gündüz. Sabahlamalar , stada 6-7 saat önceden gitmeler. Aşk , dahada derin. İçimizde sevgiliyle buluşmanın,heyecanı,tutkusu,sevdası. İlk buluşma , ilk Aşk.

Üsküdar’dan motorla Beşiktaş. Rüzgarlı , temiz bir boğaz havası. Köyiçi , Dolmabahçe. İki yanı ağaçlarla dolu aşkın ekildiği topraklar. Heryer kalabalık , binlerce aşık. Kalabalık kapılardan geçilerek stada giriş. Artık sevgiliyle buluşmak için sabırsız bir bekleyiş.

Güneş tepemizde,sıcak kavuruyor. Dayanamadık , kaptık bir pet şişe su. Ortaklaşa yudumladık. Ne hangi tribünde olduğumuzu , ne kimle oynadığımzı ne de skoru hatırlıyorum. Uzun yıllar olunca yaşta kemale erince hatırlamak zor oluyor. Cepte dönüş parası kalmadı , ne yapsak ne etsek? Maç bitti. Yaklaştık bir polis amcaya derdimiz anlattık , sağolsun kırmadı bizi, çıkarttı cebinden yol parasının eksik olan kısmını. Evde yenecek olan fırçanın korkusu. Hop gerisin geriye...

Yüzde bir gülümse , gönülde sevgiliyle buluşmanın mutluluğu.

İki yanı huzur

Güzel başlayan bir cumartesi. İlkönce engelli basketbolcularımızın galibiyeti , daha sonra Külüstür'de bira eşliğinde seyredilip , dört köşe olunan bir futbol maçı. Sivasın kaybetmesiyle iyice aşka gelinip , birer kadeh rakı atılmasıda cabası. Hava soğukmuydu bilmiyorum.

Sabah , camdan içeri giren güneş ışığıyla açtım gözlerimi. Pazar günü sanki cumartesine nazire yaparcasına sıcaktı. Benim gibi orta yaşlarda olupda kanı kaynayan kaç kişi vardır bilmiyorum. Hele ki böyle havalarda evde sıkışıp kalmak bende rahatsızlık hissi uyandırır. Kaçırmamak lazım bizi karşılayan yazın şu günlerini , elimde kitabım attım kendimi hop sokağa , ufak bir yolculuk daha sonra Fıstıkağacı'ndan Kuzguncuk. Benim çocukluk yıllarımda Perihan Abla diye bir dizi vardı , daha sonra tekrar hatırlandı , Ekmek Teknesi'yle Kuzguncuk. Sokağın İki tarafı ağaçlık , iki katlı yapılar , eskiden kalmış evler, dükkanlar, kiliseler. Yolun bitiminden denizle buluşan boğaz manzaralı bir park. Hep sevmişimdir burayı. Karşıma boğazı alarak oturdum bir banka , servis yapan bir garsona işaret edip çayımı söyledikten sonra bir sigara yaktım. Denizin kokusunu çektim içime , dünün mutluluğu. Bir elimde kitabım diğerinde sigaram , yanımda demlisinden çayım. Aileler , sevgililer , yemlenen , birbirine kur yapan güvercinler.
Sahil esiyor , üşüdüm, kalktım yerimden. Sahil kenarından Salacak. Üsküdar güzeldir. Güzelliğinin de ötesinde benim gibi ömrünün büyük çoğunluğunu Üsküdar'da geçiren biri için güzellikten ötedir anlamı. Çocukluk yıllarımda Üsküdar meydanda bir park vardı. Koskoca havuzu , kenarlarında aslan heykelleri , bir tane büfesi , büfenin yanında gölgelik eden ağaçları. Şimdi geriye pek bir şey kalmadı.
Kız Kulesi'ne doğru yürüdüm. Belki sahil kesiminde şu yerelere halı serilen büfelerin oralarda biryerde oturacak yer bulurum düşüncesiyle. Benmiydi sadece havayı güzel bulup çıkan? Bulamayınca gözüm Kız Kulesi'nden gelen tekneye takıldı. Sordum “Ne kadar?” , Görevli “Beş lira”. Attım kendimi tekneye , kısa bir yolculuk artık kız kulesi. Adına efsaneler yazılmış denizin ortasında bir inci. Uzaktan hep güzeldi , yakındanda. Ben hep eski halini sevdim. Restore edicez diye piç edilmeden önce ki halini. Ama ne kadar makyajlansa da sevdiğim aynı kız , aynı kule.




Engelleri yıkıyoruz

Ülkemizde engelli vatandaşlarımızın sorunlarıyla ne kadar ilgilenildiğini sanırım az çok biliyoruz. Bu sorunlarla bu kadar kısıtlı ilgilenildiği bir ülkede -bu hem devlet , hemde vatandaşlarımız açısından - insanlarımız kendi ayakları üzerlerinde durmak için çok çaba sarf ediyorlar. Ayakları üzerinde satırını biraz açmak gerekirse ; manevi açıdan zaten gerek aileleri , gerekse çevreleri bu desteği veriyordur ama bu hayatın bir de maddiyat yönü olduğunu unutmamak gerekiyor. Büyük şirketlerin kadrolarında belli bir sayıda engelli vatandaşlarımızın çalıştırılması gerçekten olumlu. Devletin bu tür yasalar çıkartması yanında spor kulüplerininde engelli vatandaşlarımıza -engelli demekten hoşlanmıyorum ama ne söyleyeceğimide bilmiyorum- yönelik spor faliyetlerine destekler vermesi çok önemli. Bu sayede insanlarımız spor yapmanın yanında kendi paralarını ve özgüvenlerini kazanarak hayata daha sıkı bağlanacaktırlar.
Yukarıda yazdıklarımız biraz daha işin maddiyat yönü olsada ülkemizde engelli vatandaşlarımız için farklı düzenlemeler yapılması şart.
Bazen engelleri aşmak yetmez , yıkmak gerekir.

Cumartesi İstanbul'da yazdan kalma bir hava vardı. Havalar böyle oluncada heryer tıklım tıklımdı. Öğleye yakın Üsküdar'dan Beşiktaş'a geçip yolumu Süleyman Seba spor tesislerine çevirdim. Haftaiçi forumları gezdiğimden ne tür maçlar , organizasyonların olduğunu takip edip , elimden geldiğince gitmeye çalışıyorum. Bugüne kadar çok farklı spor dallarını izlmeye gittim. Bunların arasında basketbol , hentbol , voleybol , engelli basketbol, paf maçları vs vs. uzar gider. Bu hafta da Cadbury Kent Engelli Yıldızlar ile maçımız vardı. İlk üç peryod başabaş geçmesine rağmen 4. peryodda oyunu kopartıp 67-53 kazandık. Kazanıp kaybetmenin yanında salonda mücadele eden insanlarımızın azimlerini , hayata bağlılıklarını ayakta alkışlamak gerekir. Salondaki taraftar sayısınımı sordunuz? Oyuncuların yakınları hariç 5-6 kişiydik.

Armamızın olduğu heryerdeyiz.




Bakış açısı

Çocuklar “neden?” sorusunu çok sorarlar, bilirsiniz. Örneğin, bir çocuk “dünyada neden depremler oluyor?” diye sorduğunda ona genellikle bilimsel temelli cevaplar verir, yeryüzünün jeolojik yapısıyla ilgili açıklamalarda bulunuruz. Bu tür bir cevap, depremin “nasıl” olduğuyla ilgilidir. Fakat, bazen çocuğun bizden istediği cevap bu değildir; o, depremin “nasıl” olduğuyla ilgili değildir; aradığı, farklı türden bir açıklamadır. Yâni, aslında sormak istediği soru şudur: “Deprem keşke olmasaydı; depremin yarattığı bunca acıya, üzüntüye rağmen, Tanrı neden buna izin veriyor?”

Kimi insan mutluluğu küçük, sıradan, basit şeylerde bulduğunu söyler. Bu yargıya çoğumuzun katıldığını düşünüyorum. B.R. Eyüboğlu, bunu çok güzel ifâde etmiştir:

Mutluluk bir “resim” gibidir. Onun tadına varabilmek için biraz uzaklaşman gerekir. Çok yakınındaysan, her şeyi iyi göremezsin. “Ne kadar mutluyduk” demeye “Ne kadar da mutluyuz” demekten daha fazla alışığız. Mutluluk, “rakı” gibidir, içer içmez tadı anlaşılmaz. Şarkılar biraz sonra söylenmeye başlanır.

Genellikle düşünsel hazların, bedensel hazlardan daha üst düzey olduğu düşünülür. Bu farkı yararcı filozof J.S. Mill çarpıcı bir şekilde ifâde etmiştir: “Mutlu bir domuz olmaktansa, mutsuz bir Sokrates olmayı tercih ederim.”

Mill’e göre yemek, içmek gibi temel fiziksel hazlar, alt düzey hazlardır. Üst düzey hazlar ise entelektüel ve sanatsal eylemlerle ilintili olanlardır. En önemli üst düzey hazlar, kendini geliştirme ve kendi yaşamını oluşturmadır.

Birinci yüzyılda yaşamış filozof Epiktetos şöyle demiştir: “İnsanlara rahatsızlık veren, olayların kendileri değil, bu olaylara getirdikleri bakış açılarıdır.” Bu deyiş bazen şöyle ifâde edilir: “Olaylar önemli değildir; onları algılayışımız önemlidir.”

En iyi bilinen paradokslardan biri mutluluk paradoksudur. Bu paradoks, “insan ne kadar mutluluk peşinde koşarsa, mutluluğun ondan o kadar kaçacağını” ifâde eder. (Düşünmek Üzerine Düşünmek / Prof. Dr. Oğuz İNEL)

HAKKI'yla Beşiktaşlı olmak

* Ankara’da Harp Okuluyla oynanan maçın ilk yarısı Beşiktaş’ın 3-0 mağlubiyetiyle biter. Soyunma odasında Baba Hakkı haykırıyor:’’bu şekilde devam ederseniz dönüş biletinizi yırtarım, İstanbul’a yürüyerek dönersiniz” bu sözlerin üzerine ikinci yarıda şaha kalkan Beşiktaş maçı 6-3 kazanır. Bir fenomendir Baba Hakkı’sı kartalların!

* Bir maçta kırmızı kartla oyundan atılan sağ bek Cihat önce Baba Hakkı’ya dönerek ‘’çıkayım mı baba?’’ demiş.’’Sen çık Cihat, sen çık’’ der Baba çaresizce.

* Yine bir başka maçta Karagümrük maçında Baba bir pozisyonda çakıyor domi voleyi top ağların çürük yerinden ağları da yırtarak çıkıyor dışarı. Maçın hakemi Müjdat Gezen’in babası Necdet Gezen pozisyonu net göremiyor ve autu gösteriyor. Taraftarlar iyice çileden çıkıyor ve başlıyorlar hakeme sallamaya… Baba hakkı tribünlere sus işareti yapıyor. Tirübünler susmayınca ‘’susmayacaksanız çıkın dışarı’’ diyerek ağırlığını ortaya koyar. Maçı güç bela Beşiktaş Baba Hakkı’nın ve Şükrü Gülesin’in golleri ile 2-0 kazanır. Ama taraftarların öfkesi dinmez. İki bin kişi hakemin çıkmasını bekler. Baba Hakkı Necdet abiye ‘’söyleyin yanıma gelsin’’ der. Necdet Hoca Baba’nın yanına gelir. Biriken kalabalığın arasından birlikte çıkıp giderler.

* Bir Fenerbahçe-Beşiktaş maçında yaşanılan hadiseyi Baba şöyle anlatmaktadır: ‘’Şeref Stadı’nın çamurlu ortamında oynadığımız maçta biz 2-0 öne geçtik. Beşiktaş atakları ardı ardına gelişirken ben Fenerbahçe kaptanının yanına gittim. Arkadaşlarına söyle maça asılsınlar. Bu maçın zevki böyle çıkmaz. Bu kadar insan maçı izlemeye gelmiş. Kendinize çeki düzen verin dedim’’ Burada Baba Hakkı’nın anlatmak istediği, sporun ancak karşılıklı zevk alındığı zaman tadının çıkacağıdır.

* Bozkurt kulübü ile Karagümrük arasında bir maç oynanır. Oyun Halıcıoğlu sahasında yapılacaktı. Bozkurt takımının kalesini zamanın meşhur kalecilerinden Harbiyeli Paşa Sırrı korur. Maç başlamak üzeredir fakat Baba Hakkı ortalıkta yoktur. Maç başladıktan sonra gelir, takım kaptanı Sabahattin geç kalmasına kızarak onu oyuna almaz. Maçın ikinci yarısında Hakkı’nın oynaması için idareciler kaptanı ikna ederler. O gün yarım devre oynayan Baba, Sırrı gibi bir kaleciye tam 6 gol atar. Baba Hakkı’nın şutlarına dayanamayan Sırrı o gün kaleyi terk eder.

Doğum günüm 1 Mayıs

Hükümet belkide bugüne kadar yaptığı en doğru icratı yapıp 1 Mayıs'ı tatil ilan etti. Bir haftadır devam eden restleşmeler bugün beklenilen gerginlikten uzak bir şekilde işçilerin Taksim'e çıkmasıyla mutlu sonlandı.Her ner kadarda sayı açısından baktığımızda yine devletin dediği bir şekilde olmuş olasa da bu bir başlangıçtır ve umarım devamıda gelir. Umarım dememin nedeni ise İstanbul Valisi'sinin miting sonrası yaptığı açıklamada ; “Taksim bu tür kalabalık gösteriler için uygun yer değildir” söylemi. Vali'ye sormak lazım ; yılbaşında eğlence adı altında yaşanan rezillikler esnasında nerdeydiniz? Maçlardan sonra ki yaşananlar. Ya konserler. Sadece işçiyemi yasaktır Taksim meydanı?

Bir çift lafımızda olay çıkaranlara ; herkes özgürce Taksim'e çıkıp bu güzel günü kutlamak istiyor bunu anlıyoruz da çıkamadık diye vatandaşın arabasına , işyerine zarar vermenin açıklaması nedir? Bu mudur hakkını savunmak , bu mudur mücadele anlayışınız? Bu ne tezatlıktır. Ayıptır.

Öğleye doğru Nişantaşı tarafından Taksim'e ana cadde üzerinden gideriz diye düşünmüştük ama yanıldık. Her köşe başında bir bariyer , bir polis. Biz gitmeden önce yaşananların gerginliği , izi hâla duruyordu. Taksim'e gitmek için çok yürümemize , girilmedik sokak bırakmamamıza rağmen başaramayıp mabedin önünde pes ettik. Büfeden iki çay içelim diyip oturmuştuk ki CHP gençlik kollarının Taksim'e gitmek için önümüzden geçmeleriyle bizde hareketlendik. -CHP'yi gördüğüme ilkez bu kadar sevindim- Mabedin yanında bulunan parkta yapılan polis aramasından sonra grup olarak yürüyüşe geçtik. Tam taksim'e girecektik ki bir bariyer daha. Yine mi? Bu esnada sevgili dostum insanların bir kısmının hani şu çin lokantası var ya orada ki ara sokaktan aşağıya aktığını görünce yolumuzu bizde değiştirdik. Sürpriz. Yolun bitiminde girişe izin verilen bir kapı. 31 Yıl sonra Taksim Meydanı'ndayız. Zor oldu ama güzel oldu. Yorukduk ama değdi. Ne güzeldi.

Bir insanın doğum günü kaderine bu kadarmı etki eder be aga?

Yaşasın özgürlük!
Yaşasın emekçinin bayramı!
Yaşasın mücadelemiz!