Tiyatro - Surname 2010

Bu yılın son yazısınıda bir tiyatro oyunuyla yapalım. Oyunumuzun adı Surname 2010, biraz çocuklar için biraz çocuk kalmış büyükler için. O filmin adı nasıldı? “Ne olmuş büyük adam olamadıysak, hayallerimizi satmadık ya”. İşte o tür büyükler için. Şu zamanda büyük marifet çocuk kalabilmek ya. Bugüne kadar kukla gösterilerine veya bunun benzeri bir etkinliğe katılmış biri değilim, tek bildiğim kukla Pinokyo. Onuda bilmeyen yok zaten. Bu da iki oldu. Oyunumuzda ufak kuklalardan 5-6 kişinin oynattığı büyük büyük kuklalara kadar birçok kukla var. Oyununumuzun kahranamanı yıllarca önce eşini kaybetmiş, yalnız yaşamakta olan geçimini sahaf dükkanından sağlayan Sühendan Hanım. Tabiki o da kukla . Sühenda Hanım birgün hiç haberi olmadığı bir defter bulur, kitapların arasında, kıyıda köşede kalmış. Eşi ondan habersiz hayali bir şenlik düzenlemeyi planlamıştır ve bunu bu deftere ondan habersiz işlemiştir. İşte oyunumuzda bu hayali şenliğin Sühenda Hanım'ın gözünde gerçekleşmesi üzerine sahneleniyor. Oyunun teferruatına, kostümlerine baktığınız zaman gerçekten oyuncuları, sahne arkası ekibi tek tek tebrik etmek gerekir ki çok zahmetli, bir o kadarda eğlenceli sayılabilecek bir oyun çıkartmışlar. Genel olarak oyun hakkında iyidir kötüdür deme durumum yok, bugün bile karar vermiş değilim. Sadece şunu söyleyebilirim; benim için ilginç bir oyundu.

Unutmadan, 2011'de herşey gönlünüzce olsun... Mutlu yıllar...



Yazan : Yiğit Sertdemir – (Proje Tasarımı: Candan Seda Balaban - Yiğit Sertdemir)
Yöneten : Yiğit Sertdemir
Koreografi : Özgür Tanık (Hareket Düzeni)
Sahne Tasarımı : Candan Seda Balaban (Maske- Kukla tasarımı)
Işık Tasarımı : Mahmut Özdemir
Kostüm Tasarımı : Candan Seda Balaban
Yönetmen Yardımcısı : Eraslan Sağlam – Semah Tuğsel – Özgür Dağ

OYUNCULAR
AYŞEM YAĞMUR ULUSOY, CAN ALİBEYOĞLU, CEREN HACIMURATOĞLU, DERYA KEYKUBAT, DERYA YILDIRIM, ELYESA ÇAĞLAR EVKAYA, ENGİN AKPINAR, ERASLAN SAĞLAM, İREM ERKAYA, MANA ALKOY, MEHMET SONER DİNÇ, MERT AYKUL, ÖZGÜR ATKIN, ÖZGÜR KAYMAK TANIK, SEDA FETTAHOĞLU, SEMAH TUĞSEL, SEZA GÜNEŞ, ŞEYDA ARSLAN, UĞUR DİLBAZ, YIĞIT SERTDEMIR, ZEYNEP GÖKTAY DİLBAZ

3. Köprüye Hayır Mitingi Kadıköy

Öyle gazete köşelerinde salak-saçma yorumlar yapmak yerine 3. köprü güzergahının neresi olduğu, bu işten kimlerin çıkarının olacağı, köprünün geçeceği yerleri kim kapatmış, ne zaman kapatmış, böyle bir proje trafiği çözer mi, dünyada trafiği çözmek için yapılan projeler nelerdir gibi soruların cevaplarını öğrenmenizi öneririm.
Lafım ortaya...






Bir yol hikayesi: Şeb-i Arus

Haftasonları İstanbul'un keşmekeşliğinden, trafiğinden, monotonluğundan kurtulmak için maddi durumumuz elverdiği sürece farklı yerelere kaçmaya çalışıyoruz. Yine böyle bir düşüncenin belirdiği bayram öncesinde nereye gitsem planları yaparken öneriler sonucunda Abant-Yedigöller'e karar kıldım ve başladım tur firmalarını aramaya. Malum bu işi yapan firmalar belli bir yolcu sayısına ulaşmadan turu başlatmıyorlar. Bizde bayram öncesine denk gelince ister istemez planlarımız yattı. Dedik ki; “bayram sonrası gideriz”. Bizim dememizle olsa keşke. Bu seferde bayramdan döndü insanlar, parasız kaldı. Bizimde yine elimiz boş kaldı. Ama yılmak yok! Tam bu sıralarda Şeb-i Arus'a (Hz.Mevlâna'nın 737. Vuslat Yıl dönümü) denk geldim. Son 3-5 aydır burada da yazmış olduğum Mevlana-Şems-Mevlevilik gibi konular gözünüze çarpmıştır. Şuanda bile Şems'in sözlerine içeren çevresidekiler tarafından kaleme alınmış olan Makalat'ı okumaya devam ediyorum. Herneyse, biraz mesafe uzak olsada içimizdeki maceracı ruh ortaya çıktı ve dedi ki;”işte olum tam senlik, yürü be!” Bizde gaza geldik, başladık tur firmalarını aramaya ama bizdeki bahtsızlık bedevide yok. O kadar ki ismi lazım olmayan bir firmayı aradım;

- Şeb-i Aruz turunda yer var mı?
- Var. (Yemin et)
- Rezervasyon yapırabilir miyim?
- Hayır ama acentamızdan alabilirsiniz.

Olur, acentayı aradım. Dediler ki;
(Bu konuşmadan sonra arkadaşlara hava atıyorum)
- Bilgiyi nereden aldınız?
- Merkezinizden
- Yer ayırmadan önce merkezden bizde teyit alalım, siz telefonunuz bırakın sizi arayacağız.

Aradılarda, yer yokmuş. Merkezi geri aradım, az önce “var dediniz” dedim. “Bitmiş” dediler. Bunları yaşarken stajyerim kafa buluyor benimle, “abi gitme, başına birşey gelecek”. Asıl burada kalırsam başıma birşey gelecek. Tam çıldırmak üzereyken arkadaş imdadıma koştu. Sonunda yerimi ayırttım.
Cuma günü gecesi 23:00'de yola çıktık. Yanımdaki koltuk boş olunca yayıla yayıla Konya'ya uyuyarak gittim. Giderken heryer kar, bembeyaz Konya ise sadece soğuk. 9-10 saat civarında süren yolcluk sonunda sabah saatlerinde vardık. İlk durak Mevlana Müzesi, işte bunlarda fotoğrafları.

Nasıl? Bu müzede herşey Mevlana'ya ait değil tabi içeride Selçuklu'dan Osmanlı'dan kalma Kuran ve farklı el yazmalarının yanısıra önemli kişilerin kabirleride var. Buram buram tarih kokan ilahi bir ortam. Sadece burası için söylemek haksızlık olur. Konya'da bu tür tarihi mekanlar oldukça fazla. Bu arada aşağıda ki fotoğrafda bulunan çeşmeden bahsedeyim biraz, rehber arkadaşın bu çeşme için verdiği bilgiler bana hem ilginç hemde anlamlı gelmişti. Bakalım sizde de aynı tesiri gösterecek mi? Bu çeşmenin üzerinde gördüğünüz tas mı desem ne desem bilmiyorum o birinci yapı insanın hayata gelişini, ikinci sıradaki ikilinin eşim ve ben demek olduğu sonrasında aileye çocuğun katıldığını sonra tekrar eş ile beraber kalındığını ve sonunda gelindiği gibi gidildiğini ima ediyormuş.
Burayı gezdikten sonra bize gösterilen diğer yerler arasında İnce Minâreli Medrese, Karatay Medresesi, Alaaddin Keykubat Camii ve benim için diğerlerinden daha önemli olan Şemsi Tebrizî Mescidi ve Türbesi var. Nedendir bilmem ama Mevlana mı Şems mi diye sorsalar Şems derim. O kadar ilginç geliyor yani. Ve cumartesinin finali, yani amacımız olan Sema törenleri. İnsan bu kadar yorgun olunca ister istemez bazen kendinden geçebiliyor. Neden böyle söylediğimi az sonra anlatacağım.
Bu tören için rehberimiz saat 14:00'de başlıyor, başladıktan bir dakika sonra dahi gitseniz içeri almıyorlar gibi bir masal anlattı, hani çocuklara yaramazlık yapmasınlar diye anlattıkları öcü masalları vardır ya işte onlardan. Yok öyle birşey... Tur otobüsüyle Mevlana Kültür Merkezi'ne ulaştık, biletlerimiz dağıtıldı ve binaya giriş yaptık. İçeride sergilenen bir takım eserlere, ürünlere göz gezdirdikten sonra sema törenin yapılacağı salona girdik. Gerçekten büyük bir salon. Salonun ortasında sema törenin yapılacağı alan, çevresi izleyiciler için koltuklar ile çevrilmiş. Gayet güzel. Tören Ahmet Özhan'ın seslendirdiği tasavvuf eserlerinden sonra Semazenlerle devam etti ama oraya geçmeden beni rahatsız eden bir konudan bahsetmek istiyorum. Törenin başlamasına yakın salonda görevli arkadaşlar gelip neredeyse teke tek insanlara flaşlı ve ses çıkaran cihazlar kullanılmaması yönünde ikazda bulundu. Bununla kalınmadı toreni sunan hanımefendi ve beyefendi bu ikazı mikrofondan yaptı. Söylenen şu; sema gösteri başladığından 5 dk. sonra flaşlı fotoğraf çekilmemesi, ses çıkaran cihazlar kullanılmaması ve alkışlanmaması rica olunur, ricanın ötesinde yapmayın. Kesin bir cümle değil mi? Tahmin edeceğiniz üzere bazı görgüsüzler, saygısızlar bu lafları görmemezlikten geldi. Dışından baksanız modern sanırsınız ama altın semer olayı işte. Sizin gibilere Nasrettin Hoca ters binsin hemi!
Ne demiştik, evet Ahmet Özhan'ın verdiği ufak bir konser, Tuğrul İnançer'ın Mevlana hakkında konuşması ve sonrasında sema törenine geçiş. Gerçekten insanı mest eden bir müzik, bir zikir. Böyle bir ortamın vermiş olduğu huzurun yanına birde günün yorgunluğu eklenince müziği gözleri kapalı dinlediğim sıralarda kafamın yana düşmesi kaçınılmaz oluyordu. Arka sıramda oturanlar için komik bir görüntü olsa gerek. Benim önümde birisi bu durumda olsa gülerim, yalan yok. Bu kadar yolculuğa, yorgunluğa böyle bir tören için değdi mi diye sorarsanız eğer “kesinlikle” derim. Sonuçta bir daha ne zaman gelirim bilmiyorum ama her insan bir kere yaşaması gereken bir olay olduğunu iyi biliyorum.
Salondan çıktık, kar başlamış. Otelden önce ufak bir alışveriş. Oteldeyiz, teve izlemek istiyorum ama yorgunluktan bitkin haldeyim. Kapattım teveyi sonunu hatırlamıyorum. Gün bitti, bende.

Pazar; sabah kahvaltısı ve yolculuk tekrar başlıyor. Bu sefer ki gezintimiz dünden daha kısa. Ateşbaz türbesi, Tavus Baba Türbesi ve Aya Eleni Kilisesi, tabi bu arada birde Konya'nın meşhur yemeklerinden tadmak için öğlen yemeği. Türbeler hakkında bilgi verelim biraz; rehber Tavus Baba için herhangi bir kaynakta bilgi yok dedi ama bilemiyorum. Ateşbaz için ise Mevlana'nın derganın aşçısı ve ateşe hükmeden bir zat olarak biliyorum kendisini. Türbesi Meram'da veya Meram bağları diye tabir edilen bölgede. Rehber Meram bağlarından bahsederken burasının ismi zamanında her evin bahçesinde olan bağlardan geldiğini söyledi. Bugün ise kodamanların oturduğu zengin mekanı. Heryer villa, villavari evlerle dolu. Bağ mağda yalan olmuş. Gelelim yemek olayına, etli ekmek yiyecem diyip durdum ama onun yerine yine ünlü bir yemeği olan iki bıçak arasını yedim. İnsanın şişiren cinsten bir yiyecek değil, tadı fena sayılmaz. “ulan gittiğinde yemeden gelme” tarzında abartılacak bir yiyecek olduğunuda söyleyemem.
Bana sorsalar “bu seyahatta gidilmesi gereken en güzel yer neresi?” diye “Sille” derim. Ufak biryer, şirin, iki dağ arasında, eski evleri var, kayların içleri oyularak yerşelim yerleri yapılmış, hatta “tek Türkiye” diye bir dizinin çekimleri burada yapılıyormuş. Birde Aya Eleni Kilisesi var, biz gittiğimizde restorasyondan dolayı sadece dışarıdan görme şansımız oldu. Dağların üstü karlarla doluydu. Güzel görünüyordu; tarih, doğa. Ve dönüş yolu, ama buraya kadar gelipde Nasreddin Hoca'ya uğramadan gidilmez dimi? Görevli arkadaşı evinden rica ederek çağırttırıp kapıları açtırdık, duamızı okuduk, fotoğrafımızı çektik ve yolumuza devam ettik. Keşke daha çok vaktimiz olsaydı da diğer yerleride görebilseydik. Artık başka kışa...

Heryer kardan dolayı kapalı. Gece 3, evdeyim. Sabah iş var...

Başbakan Hamamda - Ümit Yaşar Oğuzcan

Günlerden bir gün
Hamama gideceği tuttu,
Başbakan hazretlerinin.
***

Bir yanında birinci veziri
Bir yanında ikinci veziri
Bir yanında üçüncü veziri.
***
Sonra efendime söyleyeyim
Peşkircibaşı,
Nalıncıbaşı
Sabuncubaşı.
***

Velhasıl tam dört yüz kişilik kafile
Peştamal takıp girdiler hamama
Geçtiler kurnaların başına
Üçer beşer.
***

Başbakan deseniz
Kuruldu göbek taşına
Yan gelip yattı.
***

Memleketin en ünlü tellakları
Sardılar dört yanını
Kimi elini kaptı, kimi bacağını
Bir keseleme sürtme faslı başladı.
***

Tam on iki saat
On iki ünlü tellak
İncitmeden keselediler
Hazretin mübarek vücudunu.
***

Öylesine kir çıktı ki sormayın
Her biri nah parmağım gibi.
***

Aman efendim bu ne kiri
Demeye kalmadı
Keselerin altında eriyip gitti
Koskoca başbakan!
***

Bütün maiyet erkânı yerinden fırladı:
- Nettünuz devletliyü?
dediler tellaklara.
***

Tellaklar cevap verdi:
- Biz yıkadık, keseledik.
Devletlinin kirden ibaret olduğunu bilemedik.

***
Suç bizde değil.
Neyleyelim,
Kir bitti,
Başbakan elden gitti!!!

Irkçılığa ve ırkçılara karşı seyircisiz maç Diyarbakır'a

Av Mevsimi [2010]

Cem Yılmaz’ın komedi filmlerini pek sevmem, sinemada da izlemem. Sahnede yaptığı doğaçlama, insanları kırıp-geçiren performansını malesef ki sinema perdesine taşıyamıyor. Ama bu başarısızlık gerçekçi karakterleri oynamaya başladığı zaman farklı bir perfromasla az önce yazmış olduğum durumun dışına çıkıyor ve ortaya “Herşey çok güzel olacak”, “Hokkabaz”, “Av Mevsimi” gibi filmler çıkıyor. Bizde kendisini ayakta alkışlıyoruz. Bu filmde canlandırmış olduğu cinayet masası poliserinden Deli İdris karakteri ise kendisine cuk diye oturmuş. İdris; hayatı dalgaya alan, güleryüzlü biri gibi gözüksede çabuk parlayan, düşünmeden hareket eden, serseri mayın biri. Kendisi Karadenizli, eşinden ayrılmış –ama hâlâ aşık-, iki çocuğuyla beraber annesiyle beraber yaşıyor. Karadenizli diyince filmde sizin bildiğiniz gibi yöre şivesiyle filan konuşmuyor, annesi ile lazca konuşuyor.




Filmin diğer karakteri ise Şener Şen’in oynadığı Avcı Ferman. Emekliliği gelmiş bir cinayet masası komiseri olan karakterimiz yılların vermiş olduğu tecrübenin yanısıra azim, zeka gibi özellikleriyle öne çıkıyor. Şener Şen’in “Eşkiya”, “Kabadayı” gibi filmlerinde canlandırdığı ağır abi rolleri ile bu filmdeki rolünü kıyaslayan izleyiciler için silik bir görüntü çizebilir ama tam aksine Şener Şen bu tarzda bir karakteri hakkıyla oynamış ki o yaşta bir karakterinde eski İstanbul kabadayıları gibi takılması pek mantıklı olmazdı.

Son olarak İstanbul’da yaşayan Adanalı, zengin, yukarılardan birçok tanıdığı bulunan Battal Çolakzade. Bütün işlerinin yönetimini çocuklarına bırakıp kenara çekilmiş Türkiye’nin ünlü iş adamlarından. Sert bir mizaca sahip olan Battal Bey, kendine ilke olarak “ya sen indirirsin ya da biri seni indirir” düşüncesini belirlemiş. Bu da başarıya giden yolda herşeyi mübah gördüğü anlamına geliyor ki filmde bu şekilde ilerliyor. Böyle bir düşünceye sahip olmasını ise şöyle anlatıyor; “babam avlanmayı severdi. Birgün avlanmaya gittik, vurduğumuz bir geyik gözlerimin içine öyle bir baktı ki dayanamadım, ağladım. Bunu gören babam bana son kez bir tokat attı. Ve dedi ki;” ya ağlama ya da buraya gelme” –veya buna yakın- Bu düşünceyle yetiştirilen bir kişininde ilerki yaşlarda bu duruma gelmesi gayet normal. Böyle bir karakteri başarıyla canlandıran Çetin Tekindor’a da bizden alkış...

Filmin
(+)
* Oyuncu performansları üst seviye; Şener Şen, Çetin Tekindor ve Cem Yılmaz'ı performanslarından dolayı tebrik etmek gerek.
* Cem Yılmaz Karadeniz Türküsü Hayde'yi öyle güzel söylüyor ki insan istemeden eşlik ediyor. Yukarıda var dinleyin muhakkak. Aşağıya sözlerini ekledim birlikte söylersiniz artık. :)
* Cem Yılmaz'ın (İdris) annesi ile yaptığı lazca konuşmalar... Biraz duygusal yaklaşıyor olabilirim bu konuda. :)
* Hayde türküsünü söylerken ellerdeki rakı kadehleri... Filmi yasaklamasınlar özendirir filan diye.
* Böyle bir filmde bile Cem Yılmaz sayesinde gülebiliyorsunuz.

(-)
* Katili anlamanız pek zor olmuyor. Bu konuda biraz yavan kalmış filmimiz.

Deepnotefinaliavi: Sonuç olarak size hoş zamanlar geçirtecek kaliteli bir yapım.

İyi seyirler...

Hayde

Hayde gidelum hayde
Dağa k’arayemişa
Elun nişanlısına
Ben nasıl deyim hayde

Çiktum çamı budadum
Endurdum yarısına
Böyle sevda mi olur
Girsun yerun dibina

Kızılağaç fidani
Tepeden budanur mi
İnsan sevduği yardan
Bu k’adar utanur mi
Endum dere duzina
Aşlamayi aşladum
Sevdaluk eyi şeydur
Ben da yeni başladum

Sevdaluk eyi şeydur
Ben da yeni başladum
Sevdaluk eyi şeydur
Ben da yeni başladum
Elun nişanlısına,
Ben nasıl deyim hayde?

Tiyatro - Ne Dersin Azizim?

İlk defa devlet tiyatrosunda sahnelenen bir oyuna gittim. Bundan önce gitmek istemiştim ama anadolu yakasında yeterli salon olmaması ve çok yoğun talep olmasından dolayı rezervasyon yapılması gerekiyor. Benim gibi plan yapmayan sabah kalkıp paldır-küldür “hadi bugün tiyatroya gidiyim” diyen biri için devlet tiyatrosu uygun olmuyor tabiki. Bu oyuna gitmemde ki etken ise arkadaşımın beni düşünüp iki hafta önceden yer ayırtması. Birisi sizi düşünmüş, bu durumda olmaz deme şansınız var mı? Var, ama nezaketsizlik olur, ayıp kaçar. İnceliği, kibarlığı bir kenara bırakalım; tiyatro yahu, işim olsa iptal eder o oyuna yinede giderim!
Gittiyseniz eğer şehir tiyatrolarını bilirsiniz sahneler izleyici koltuklarına göre yüksektir, devlet tiyatrolarında ise aynı seviyede -diğer sahnelerinde bu şekilde olduğunu arkadaş söyledi-, ben oyuna Cevahir sahnesinde gittim. Şaşırdım, oyuncularla bu kadar yakın, göz göze olmak; hoş, ilginç. Kendinizi oyunun içerisine her an girebileceksiniz gibi hissediyorsunuz.
Şehir tiyatrolarında Nazım Hikmet'in İnek oyununu izlemiştim. O oyunda yine eleştirisel gözle bir yaklaşım vardı ama ağır bir oyun olmasından dolayı sıkılıyordunuz. Bu oyunda ise gülmekten yerlere yatıyorsunuz. Yine toplumsal eleştiri, ihtilaller ile dalga geçmeler, taşlamalar skeçler halinde Nazım üstadın diliyle, oyuncuların mükemmel performanslarıyla sahneleniyor. Hele ki bir bölümde oyuncular ile beraber seyircilerde gülmekten koptular, o kadar ki Atsız Karaduman'ın dönüp seyirciye “bari siz yapmayın, bakın benim için farketmez. Sabaha kadar oynarım” demesi olayı izah eder sanırım. Aziz Nesin'in yazdığı Yücel Erten'in uyarlayıp yönettiği oyunda teve ekranlarında tanıdığımız birçok kaliteli oyuncu bulunmakta. Şöyle bir baktığımızda Aziz Nesin'in bir oyunu olması, oyuncuların üstün performansları ve sahnelenmesi açısından kaçırılmaması gereken bir oyun. Tabiki böyle bir oyun için tek bir oyuncuyu öne çıkarmak haksızlık olur ama Burak Şentürk'ün canlandırdığı birkaç karakter var ki gözlerimden yaş getirdi.

Mükemmel bir oyun, kaçırmamanızı tavsiye ederim.

Tiyatrolu günler...

Yazan: Aziz Nesin
Uyarlayan: Yücel Erten
Yöneten: Yücel Erten
Dekor Tasarım: Nurettin Özkönü
Giysi Tasarım: Mihriban Oran
Işık Tasarım: Yakup Çartık
Müzik: Sabri Tuluğ Tırpan
Dans Düzeni: Salima Sökmen
Dramaturg: Selen Korad Birkiye
Yönetmen Yardımcıları: Sündüz Haşar, Burak Şentürk

Asistan: Melisa Melis Toklu

Sahne Amiri: Özgür Ayaz
Kondüvit: Barbaros Doriz
Işık Kumanda: Önder Ay
Suflöz: Şeyda Pektok


Rol Dağılımı:

Hülya Çelik, Mahmut Gökgöz, Ali İpin, Atsız Karaduman, Burak Şentürk, Ozan Uçar, Aylin Uzunlar, Hakan Vanlı
Piyano: Ayça Daştan, Alper Rumelioğlu

Dance #1

Tıngırtı duydumu .ötü başı ayrı oynayan tipler vardır ya onlardanım. -Sanki böyle birşeyler daha önceden de yazmıştım :) - Özellikle roman havası duydum mu görmeyin beni! E, yıllardır şopar dostların olur, onların içinde yaşarsan ister istemez kıvırmaya başlarsın. İyi mi dans ediyorum? Sanmam, ama kendi çapımda anlamlı, anlamsız hareketler yapmaya devam ediyorum. Dansta öyle değil midir? İçinden geldiğince çırpın dur. Dememek lazım, hele ki hemen altta eklemiş olduğum görüntüleri izleyince bu işin o kadar kolay olmadığı anlaşılıyor. Buyurun, izleyin...



İzlediniz mi? İyi, film “Step Up 3-D” isimli filmden kırptığım bir bölüm. Filmin finalini pek beğenmesemde birkaç yerinde ileri-geri yapıp defalarca izlettirecek dans gösterileri mevcut. Vaktim olursa eğer birkaç filmden daha bu tür kaliteli dans kareografisi olan görüntüleri eklemeyi düşünüyorum. Artık karşılıklı tepiniriz!