Referandumda "Hayır" mitingi - Kadıköy (Emep, Halkevleri, Ödp, Tkp vs.)

Referandum yaklaştıkça çalışmalarda hız kazandı. Bugün Kadıköy'de Halkevleri, Emep, Ödp ve Tkp'nin öncülüğünü yaptığı hayır mitingi düzenlendi. Bu örgütlerin yanısıra mitinge destek veren birçok daha örgüt vardı ki Türkiye'nin ve emekçilerin geleceğini etkileyen bu referandum için tek yürek, tek bilek olabilmek büyük önem taşıyor. Son zamanlarda gördüğüm en kalabalık miting olduğunu söylemeliyim. Bu referandumdan ne çıkar şuanlık bilinmez ama sonuna kadar mücadeleye, halkı bilinçlendirmeye devam. Aşağıda mitingde çekmiş olduğum birkaç kareyi görebilirsiniz. Büyütmek için üzerlerini tıklamanız yeterli...







Baba, oğul, kutsal ruh

• Necip başarılı oldukça yüzümdeki tebessüm, kalbimdeki mutluluğun büyüklüğünü anlatamam. Birçok insan gibi lafta altyapıdan gelen oyunculara “destek olun, altyapı geleceğimizdir” diyip farklı davrananlardan değilim. Yabancı, yerli x bir oyuncu yerine öncelikli olarak altyapıdan çıkmış (tabiki kazma olmama koşuluyla, messi’de beklememek gerek) bir oyuncuyu tercih ederim. Belki bütün takımı altyapıdan oluştrmanızın imkanı yok ama (ütopyaya bak anam) en azından ilk 11’de 2-3 oyuncunun bulunması münkün. Sonuçta Türkiye’nin en büyük kulüplerinden birisiniz ve size gelmek, oynamak isteyen birçok insan bulunmakta. Eğer altyapıdan yıllardır bir tek oyuncu bile çıkaramıyorsanız bu o oyuncaların yeteneksiziliği değil sizin yönetimsizliğinizdir.
Necip’e gelirsek eğer, tek söz ;“oğlum gibisin”.

• Shuster için zamana gerek olduğunu savunanlardanım, savunmasak ne mi olur? Geçmişte yaşadığımız sıkıntıları yaşamaya devam ederiz. Kaybedilen İBB maçından sonra şampiyonluk gitmiş, herşey bitmiş tavırları sergilenmesi nasıl saçma sapan bir davranış şekli ise kazanılan 2 maç sonrası takımı fizana çıkartmakta o kadar saçma sapan bir davranış. Bu takımın ve Shuster’in zamana ihtiyacı var. Bu seneyi kaybetesek dahi geleceğimiz parlak gözüküyor. Tabiki demirören ve zihniyetinin olduğu bir ortamda büyük de konuşmamak gerek.



• Hiç kimsenin beklemediği anda marco'nun imza attığını öğrendik ki bazı insanlar buna sert çıkışlar yaparken bazıları ise “ne olacak yahu?” tavırlarında. Transfere isim olarak değilde sportif açıdan bakarsak (Fink'in yabancı sınırlamasından takıldığını düşünürsek) doğru transfer olduğu bir gerçek. Yaşını-başını, soyunu-sopunu bir kenara bırakırsak eğer yerli olması ve geçmişte oynadığı bölgede iyi işler yaptığını hep beraber gördük. Ha derseniz ki; “arkadaş bu marco, oyuncumuza kahpece saldırdı. İstemiyoruz!” diyecek birşey yok. Bende istemeyen, gelenek, duruş diyen tayfadanım.

• Yukarıda verdiğim oyun şablonunda şuana kadar başarılı olduk ama bu sistemde bazı oyuncuların maalesef alternatifi veya kendisi yok, idareten orada bulunuyor. Mesela; Q7'nin sol kanatta oynadığını düşünürsek eğer ters kanatta hem kanadı kullanacak hemde içeriye kateden bir oyuncumuz bulunmuyor veya Necip'in, Guti'nin bir alternatifi yok.

• Günlerdir Robinho transferinden bahsediliyor, umarım alınmaz. Bu kadar sorunlu ve yüksek bir rakama gelecek oyuncu takım içerisinde sorun yaratır. Ayrıca takımda bir bilemedin iki Brezilyalı oyuncunun olması taraftarıyım ki adamlar başlı başına bir sorun.

• Birkaç kelimede kaleci Cenk için söylemekte yarar var. Daha geçen sene ligden düşen bir takımın kalecisiyken bugün şampiyonluğa oynayan bir kulüpte ilk onbirde sahaya çıkıyor. Saha çıkmakla kalmıyor güzel maçlarda çıkartıyor, daha 22 yaşında ve düşük bir bonservis ile gelmiş olması da bizim için başka artı yönleri. Transferi yaptırana buradan kocaman teşekkürler.

İstediğimiz yolda herşey mübahtır



Şeriat, Takvim, Çalık, Damat, Kamu bankası, Sabah-Atv, Kredi, Fişleme, Yobaz, iran Devrimi, Referandum, Cumhuriyet, Fetoş, Cunta, Darbe arasındaki bağlantı/bağlantıları kurarak düşününüz, yorumlayınız.

Kaderinizdi öldünüz: 17 Ağustos

Gözlerimi açtığımda evdeki eşyalar kıpır kıpır oynuyordu, bana kısa gelen o süre sonunda tekar gözlerimi kapatıp uykuya dalacaktım ki aile efradımın sesleri geldi kulaklarıma; “kalkın deprem oluyor”. O günün üzerinden tam tamına 11 yıl geçti, ama acısı 11 yıldır birileri için hiç geçmedi. Yılların düzensizliği, vurdumduymazlığı, çıkar peşinde koşmalar, rantçıların yıllar boyu süren rezilliklerini birkaç saniyede binler, yüzbinler canlarıyla, büyük acılarla ödedi. O günden bugüne ne değişti diye sorarsanız eğer devletin kasasına giren paralar, reklamlarla deprem sigortası yapın diye yayınlanan salak saçması reklamlar dışında hiçbir şey. Şundan birkaç yıl önce inşaat mühendisi bir arkadışımla yaptığım sohbette bana demişti ki; “bak inşaat yapılırken betonlardan örnekler alınır ve bu örnekler labaratuvarda incelenir. Uygunsa geçer, değilse geçmez. Bu prosedür pahalıdır. Eğer geçmezse buna onay veren artık emekli olmuş, yaşı almış gitmiş yetkili kişi/kişiler rüşvetle işi halleder.” Türkiye'de ki düzen dün buydu, bugünde farklı değil. Tevede bir reklam oynuyordu yakın zaman kadar, diyordu ki; “İstanbul'da bilmem kaç bina yıkılacak, bilmem kaç bina hasar görecek ama çok az kişi ölecek. Hemen deprem sigortasını yaptırın.” E, kömür ocaklarında ölenler için kader diyen bir başbakana sahip olan bir ülkede ilk depremde ölenler içinde aynı söylem geçerli olacak. Kaderinizdi öldünüz. Kimse bu işteki sorumsuzluk, ihmal nedir, kimlerdedir diye sormayacak. Acı ölenlerin yakınlarına kalacak.

Bugün 17 ağustos...

Jeux d'enfants [2003]

Genel olarak öyle aşk filmi filan seyreden bir tip değilim. Bunun nedeni aşka filan inanmıyor olmam filan değil, aksine inanırım da artık birbiri benzeri kurguları izlemek pek çekici gelmiyor. Amerikan sineması bu anlamda çok fazla fark yaratan bir sektör değil, bundan dolayıda son yıllarda farklı kıtalardan konu aşırmaya devam ediyorlar. Herneyse, Amerikalılara laf sokacağız diye konuyu dağıtmayalım. Tanıtmak istediğim film 2003 yılı Fransa-Belçika ortak yapımı olan, yönetmenliğini ve senaristliğini ise
Yann Samuell'in üstlendiği Jeux d'enfants. Filmin Orijinal dili Fransızca. Festivallede üç ödül alırken aday gösterilmiş olmasına rağmen alamadığı ödül sayısı iki. İçerik olarak romantik-komedi-dram üçlüsünü barındıran başarılı bir yapım.

Filmin ana karakterleri Julien Janvier ve Sophie Kowalsky. Bu karakterleri canlandıran 3 farklı oyuncu bulunmakta, bunun nedeni çocukluk, gençlik, yaşlılık dönemlerini farklı oyuncuların canlandırmış olması. Filmin çoğunluğunun gençlik yıllarında geçtiğini düşünürsek eğer diğer oyunculardan çok Guillaume Canet, Marion Cotillard'i den bahsetmemiz gerekiyor. Özellikle Marion Cotillard'inin oyunculuğunu ayrı bir parantez açıp birşeyler karalamak gerektiğini düşünüyorum.

Julien ve Sophie aynı sınıfta okumakta olan öğrencilerdir. Sophie Polanya asıllı bir fransızdır. Julien ise asabi bir baba ile kansere yakalanmış olan haşarı mı haşarı bir çocuktur. Şimdi konun bu kısmını es geçiyorum, yoksa anlatması uzun sürecek. Hemen alttaki linkten filmin başlangıcını izleyebilirsiniz.



Linki izlediyseniz eğer oyun böyle başlıyor, konu bunun üzerine kurgulanıyor. Oyuncak kimdeyse eğer diğerine bir görev veriyor ve soruyor “var mısın? Yok musun?” tabiki bunun cevabı her zaman evet oluyor. Bu görevler içerisinde ayıp, çekinmek, yasak gibi hiçbir şey kriter yok. Tek şart görevin yapılması. Bu arkadaşlık yıllar geçtikçe içten içe aşka dönüşmesine rağmen karakterlerimiz bir türlü birbirlerine açılma gücünü kendilerinde bulamıyorlar (...)
Konusu gerçekten ilginç olan, ilginç olmasın yanında eğlenceli ve romantik olan Jeux d'enfants'in film müzikleride ayrı bir güzel. Özellikle Louis Armstrong'un söylediği La Vie En Rose isimli bir parça enfes. Birden fazla sanatçının seslendirdiği bu parçayı hem filmde hemde film müziklerinin olduğu cd'de bulabilirsiniz.
Siz bulmadan ben linkini vereyimde kulaklarınızın pası silinsin.

Louis Armstrong - La Vie En Rose

Filmin gerçekten başarılı bir yapım olduğunu söylerekden tavsiye edip, sizlere iyi eğlenceler diliyorum.

Sihirli baston

Ne kadarda Beşiktaş taraftarının olumsuz yönde büyük bir değişim içerisinde olduğunu ve diğerlerinden farkı kalmadığını düşünsemde yakın zaman içerisinde td'lere karşı yapılmış olan davranışlardan ders alacağını umuyorum. Omuzlarda karşılananların yönetim, taraftar ikilisinin spor basını diye hitap edilen çıkarcı grupların otobüslerine binmesi nedeniyle nasıl küfür edercesine gönderildiğine şahit olduk. Geçen birkaç maç sonucunda forumlarda yine bu tür olumsuz havalar esmeye başladı ki bu gerçekten ürkütücü. Yine aynı şeylerin yaşanması sadece günü değil geleceğide altüst eder ki bu sefer altından kalmak pek kolay olmaz. Şuanda bile ne kadar kalktığımız muamma. Taraftar veya toplum olarak insanları bir anda semaya çıkartıp ilk olumsuzlukda nasıl magmaya indirdiğimizi bilmeyen yok. Onun içindir ki Shuster'e zaman verilmesi gerekiyor. Mustafa Denizli gibi bırakın geleceği, futbol namına ortaya birşey koymayan bir teknik direktöre bile iki yıl sabredildiğini düşünürsel eğer yeni bir ülke, futbol, oyuncular ve kendi kafasındaki sistemi oturtmak isteyen bir teknik direktöre bu krediyi vermek zorundayız. Sistenin oturması, oyuncuların performanlarının artması gibi faktörlerden dolayı birkaç ay yine tökezlemeler yaşanacaktır. Bu tökezleme esnasına gerek yönetimin gerekse taraftarın sabırlı olması gerekiyor. Tamam, herkes Beşiktaş'ın iyi olmasını istiyor ama bu mandrakenin sihirli bastonuyla olmuyor. Umarım taraftar bilgisayar oyunlarının etkisinde çıkıp sadece kendi görevini yerine getirir. Bir çift lafda yönetime edelim. Zerre kendilerine güvenim yok(!), ne yapacaklarını belli olmayan bu yönetisimsizleri frenleyecek olan taraftarın desteği ve sabrı. İnşallah taraftar gerçekten bütün takıma sahip çıkar da gelecek için ümitlerimizi tekrar yeşerir.

Farkında Olmalı İnsan - Can Yücel


Farkında Olmalı İnsan…
Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı.
Farkı Fark Etmeli, Fark Ettiğini De Fark Ettirmemeli Bazen…
Bir Damlacık Sudan Nasıl Yaratıldığını
Fark Etmeli.
Anne Karnına Sığarken Dünyaya Neden Sığmadığını
Ve En Sonunda Bir Metre Karelik Yere Nasıl Sığmak Zorunda Kalacağını
Fark Etmeli.
Şu Çok Geniş Görünen Dünyanın, Ahirete Nispetle Anne Karnı Gibi Olduğunu
Fark Etmeli.
Henüz Bebekken ‘Dünya Benim!’ Dercesine Avuçlarının Sımsıkı Kapalı
Olduğunu, Ölürken De Aynı Avuçların ‘Her Şeyi Bırakıp Gidiyorum
İşte!’ Dercesine Apaçık Kaldığını
Fark Etmeli.
Ve Kefenin Cebinin Bulunmadığını Fark Etmeli.
Baskın Yeteneğini
Fark Etmeli Sonra.
Azraillin Her An Sürpriz Yapabileceğini,
Nasıl Yaşarsa Öyle Öleceğini
Fark Etmeli İnsan
Ve Ölmeden E vvel Ölebilmeli.
Hayvanların Yolda Kaldırımda Çöplükte
Ama Kendisinin Güzel Hazırlanmış Mükellef Bir Sofrada Yemek Yediğini
Fark Etmeli.
Eşref-İ Mahlukat (Yaratılmışların En Güzeli) Olduğunu
Fark Etmeli.
Ve Ona Göre Yaşamalı.
Gülün Hemen Dibindeki Dikeni, Dikenin Hemen Yanı Başındaki Gülü
Fark Etmeli.
Evinde 4 Kedi 2 Köpek Beslediği Halde
Çocuk Sahibi Olmaktan Korkmanın Mantıksızlığını
Fark Etmeli.
Eşine ‘Seni Çok Seviyorum!’ Demenin Mutluluk Yolundaki Müthiş Gücünü
Fark Etmeli.
Dolabında Asılı 25 Gömleğinin Sadece Üçünü Giydiğini, Ama Arka
Sokaktaki Komşusunun O Beğenilmeyen Gömleklere Muhtaç Olduğunu
Fark Etmeli.
Zenginliğin Ve Bereketin, Sofradayken Önünde Biriken Ekmek
Kırıntılarını Yemekte Gizlendiğini
Fark Etmeli.
FARK ETMELİ.
Ömür Dediğin Üç Gündür,
Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür,
O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,O Da Bugündür.

Taraftarın Beşiktaşlılık duruşu adında ki yalanı

İnsanların daha iyi bireyler olabilmeleri için toplumun veya dinlerin kabul ettiği doğrular üzerine bir takım ilkelerinin olması gereklidir. Bu ilkeleri korumak, onlara göre davranmak sadece sizi iyi bir insan yapmakla kalmaz, dünyayı değiştirmenize de yardımcı olur. İnanmıyor musunuz? Bi düşünün bakalım dünyayı değiştirmek bu kadar kolay mıdır değil midir?.
Yıllardır Beşiktaşlılı duruşu diye bir olgu var, bu olgunun nasıl oluştuğuna bakmak gerekir. Bu camianın özünde olan bir durum mudur yoksa onu yöneten bireylerin kendi karakterleri ile mi ilgilidir? Camianın genel karakteri ise son birkaç ayda yaşananlar neyin nesidir?
Her seferinde tribünler fena halde hayata benzer deriz, benzer de. Peki “iyi bir Beşiktaşlı olmak için iyi insan olmak” sözünü baz alırsak eğer tribünlerde yaşananlar ve yaşatanlar için ne söyleyebiliriz? Bizim gibi insanlar sevgilerinden dolayı cansız varlıklara bir takım değerler, maneviyatlar katarak hayata dönüştürüler. Bir insan gibi; çocuğu, anası, babası, dayısı, dostu gibi davranırlar, iyi bir insan ve başarılı olmalarını isterler. Sanırım bizim gibileri biraz manyaktır. Manyak olmasa cansız bir varlığı hayatlarının göbeğine koyup, bu kadar saçma sapan olguyu böyle bir nesneye yüklerler mi?
Yukarıda iyi insan olmaktan, ilkelerden bahsettik peki yapılanlar bunlarla bağdaşıyor mu?
Mesela Şeref Bey'in kabri başında “kimsenin adamı olmayın, Beşiktaş'ın adamı” olun diyip 24 saat geçmeden birilerinin kolları altında oyuncu karşılamaya giden abicikler, kutsal forma diye sözler sarf ettikten sonra onlara taşıyanlara edilen küfürler, birkaç önce dayak yiyen tribünlerin iki transferde 180 derece yön değiştirmesine ne demeli? Bu kadar kolay mıdır ilkesiz, riyakar, samimiyetisiz davranmak? Maalesef ki bu gözler şu yaşananları gördükten sonra inanamakla inanamamak arasında gidip geliyor. Sanki bir kabus. Keşke kabus olsa diye dua ediyorsunuz. Bu kadar hızlı değişimin veya bizim değişim diye adlandırıdğımız şey hep içimizde olan rezillikler. Hep şunu dile getiriyorum;”birkaç bin kişiyi çıkartın geriye bir şey kalmaz”, hatta daha ileriye gidip o birkaç bin kişiyi çıkartıp geri kalana sarılı, kırmızılı, morlu, pembeli, yeşilli forma giydirin o hep dalga geçtikleri tribünlerden bir farklarını bulamazsınız. Asıl üzücü olan bu değişimi, rezilliği yaşayanların öz eleştiri yapmaması, öylece kabullenmesi. Üzücü...