Ve Palyaçolarla Gözyaşları - J. Mario Simmel

Uzun zamandır okuduğum kitaplar için ufak tefek şeyler karalamıyordum, bu açığıda şu dakika itibarı ile kapatıvereyim. Daha öncede J.Mario Simmel'in başka bir kitabı “Bırakın Yaşasınlar” ı tanıtmıştım. Simmel gerçek olaylardan, yaşanmış hayatlardan yola çıkarak kurgulamalar yapan bir yazar, bunu yaparkende gayet başarılı. Özellikle yazmış olduğu dönem açısından ve tarzından dolayı Türkiye'de 80 sonrası kitapları yasaklanan yazarın bu yasağı ancak 2008 yılında kaldırldı. Tarz olarak casusluk, soğuk savaş üzerine yoğunlaştığını söylemeliyim. Soğuk savaş demişken sizin için soğuk savaş ne ifade eder? Benim için Abd önderliğinde emperyalist devletlerin kendi hayat tarzlarını ve kapitalizmi yaymak için anti-komünizm savıyla dini kullanarak işçi-emekçi kesiminin ırzına geçtiği döneme verilen isimdir. Tabiki farklı açılardan, farklı kaynaklarla bu dönemin incelemesi yapılabilir ama konumuz bu değil ama araya siyasetide sıkıştırmış olalım...

Şişman palyoço sesleniyor. “Walterli!”
“Ne var, babacığım?”
“Gel buraya, Yardım et bana!”
Sıska palyaço pantolonun çekip koşuyor. Çorapları mor. Üzerinde yeşil lastik geçirmiş. Koşarken tökezleniyor, Çocuklar gülüyorlar.
“Elma nerede?”
Sıska palyaço karnını gösteriyor.
Öfkeyle bağırıyor şişman. “Peki! Sen bilirsin! Öyleyse elmasız yapalım!”
“Evet, evet. Haydi elmasız yapalım!”
“Yardım et bana!”
Siyah bavulu açmaya açmaya çalışıyorlar. Vuruyorlar. Sallıyorlar Kapağı birden açılıyor. Palyaçolar aynı anda ayağa fırlıyorlar. Ellerinde makinalı tüfekler var. Yüzleri seyircilere dönük olarak ateş etmeye başlıyorlar.

Hamburg'da... Günlerden pazartesi. Ağustos'un 25'i. 1986 yılında...


Kitap Hamburg'da Mondo isimli bir sirkde iki palyaçonun otomatik silahlarla izleyicilerin üzerinde ateş etmesiyle başlıyor ve ilerki sayfalarda bunun neden/ ne amaçla yapıldığını bulunması üzerine yoğunlaşıyor. Ana karakter olarak bu saldırıda oğlu Pierre'i kaybeden ve onun katillerini bulmayı and içen Norma Desmond isimli işinde gayet başarılı, isim yapmış bir gazeteciyi görüyoruz. Yardımcı karakter ise Profesör Jan Barski. Bu saldırının asıl hedefi olan Profesör Martin Gellhorn'un araştırma ekibinde ki çalışma arkadaşı. Bu iki karakteri birbirine bağlayan başka br özellik ise ikisininde eşlerini kaybetmiş olması. Soğuk savaş dönemi silahlanmanın inanılmaz bir dereceye ulaştığı milyarlarca doların döküldüğü bir dönem olarak ortaya çıkmaktaki kitabımızda da genetik araştırmalar üzerinde yapılan çalışmalar ile bulunan bi silahın abd, sccb arasındaki silaha kim sahip olacak üzerine yaptığı çekişme yatmakta. İlerki sayfalarda karakterlerimiz arasında yaşanacak aşkı da azçok fark etmişsinizdir. Tabiki Norma'ın hâlâ rahmetli eşi Pierre aşık olması, oğlunun katilerine duyduğu intikam ateşi bir takım duygusal çelişkilere yol açsada kaçınılmaz son yaşanıyor. Kitabı okurken bir katliamın bu kadar Uluslararası olabileceğini anlayana kadar ki süreçte katil avını çıksanızda olay aydınlığa çıkmaya başladıktan sonra casusların kimler olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz ama bir sonuca ulaşamıyorsunuz. Kitap casusluk romanı açısından başarılı olsada yazarın okuduğum bir önceki kitabında ki karakterlerin etkileyici gücü maalesef yok. Sanki diğer kitabın altında kalmış bir izlenim yarattı bende, ama buna rağmen kitap akıcı bir şekilde ilerliyor okuyucuyu sıkmıyor.

İyi eğlenceler...

Aldırma Kartal aldırma

Başın öne eğilmesin
Aldırma kartal aldırma.
En büyük sen değil misin
Aldırma kartal aldırma
Aldırma kartal aldırma
Kartal aldırma.

Sendeki bu büyük taraftar
Bir gün coşar bir gün ağlar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma kartal aldırma
Aldırma kartal aldırma
Kartal aldırma

Yenilsen de bazı bazı
Taraftarın buna razı
Çekeceğiz biz bu nazı
Aldırma kartal aldırma
Aldırma kartal aldırma
Kartal aldırma

Anadolu'nun İsyanı



Öğren, düşün, emanetine sahip çık!

http://anadoluyuvermeyecegiz.net/
http://anadolunehirleri.org/

Sevgililer günü ve beyaz atlı prens

Tüketim için uydurulmuş kapitalizmin oyuncaklarından olan şu abzürt günlere itibar gösteren biri olmamakla beraber karşıyımda. Ama bu sene “hatır, gönül için çiğ tavuk yenirmiş” sözünü hayata geçirerek kutlayıverdim. Hayatım boyunca bir elinin parmaklarını geçmeyecek sayıda sevgilim oldu, olanlarda sevgililer gününü görecek kadar yanımda kalmadı/kalamadı. Kalsalardı ne olurdu? Sanırım bir seferliğine -veya ben kendimi kandırıyorum- bu yıl yaşadığımın bir benzeri olurdu. Şimdi sevgiliniz ile ilk sevgililer gününüzde “ya ben böyle günlere dünya görüşümden dolayı karşıyım, kutlamam” derseniz eğer nasıl tepki verir acaba? Sanırım birçoğumuza “haydi gülegüle” derler. Dünya görüşünüz böyleyken diğer taraftan birazda mecburiyetten farklı davranınca sevgili dostlarınız tarafından “olum böyleyim diyorsun sonra gidiyorsun kutluyorsun” diyerek bir taraftan eleştirilirken diğer taraftan dalga konusu olabiliyorsunuz. Olsun, bazen sevgi için eleştirilere göğüs germek gerekiyor!
Kadınları iyi tanıdığımı söyleyemem, iyi tanısaydım eğer onlarca teklifin arasından bu kadar az başarı oranıyla çıkmazdım! Bu duruma tipten 3 ay olmasa bile 2 ay hapis cezası yiyebilecek olduğumuda eklemem lazım sanırım. Ama bu başarızlıklar beni yıldırır mı? Tabiki hayır. Şu hayatın bana öğrettiği en önemli şey yapmak istediğini yap, hoşlandığın bayana hislerini belli et. Durum müsaitse teklifini gecikmeden yap. Aksi taktirde içinde uhde kalabiliyor ki bu da cidden çok ..ktan bişey. Yaşadım biliyorum. Şuanki ilişkim gayet iyi gidiyor ve sonu iyi gözüküyor, hadi hayırlısı!
Kadınlar düşünülmeyi severler, ne biliyim sevgililer gününde klasikte olsa çiçek verilmesi hoşlarına gider, ama belli bir süre sonra akıllarında kalır mı? Ben kadın olsam hatırlamam, ne de olsa diğer kadınların yaşadığı sıradan bir davranış şekli der geçerim. Onu biraz süslemek, hayalgücünü kullanarak sıradan bir gül verme olayını bile onun unutamayacağı bir ana çevirebilirsiniz. Bakın bu konularda başarılıyımdır. Hayal gücüm geniştir. O pazartesi akşamı köprüde olan kazadan dolayı soğukta yaklaşık 1,5 saat bekleyince hayalgücümü zorlamama pek gerek kalmadı, vakit bol ne de olsa! İlk önce almış olduğum çakma değil gereçek güllerin tek tek yapraklarını koparttım ve cebime doldurdum. Ulu orta bir yerde durmak yerine parka giden yolun ortasında beklemeye başladım. Tabi bu esnada dua ediyorum, diğer iskeleye motor yanaşıp ortalığı insan kalabalığına büründürmesin diye. Ve bekleyişin sonu, beni görünce adımlarını hızlandırdı; tam yanıma geldiğinde cebimden çıkarttığım gülleri havaya fırlattım. Başında aşağıya dökülen gül yaprakları yla beraber gözlerde bir parlama, yüzde bir mutluluk ifadesi. Üçüncü bir kişi için sokak lambasının altında havada uçuşan kırmızı gül yaprakları ve altında iki sevgili hoş gözüküyor olsa gerek. Tıpkı filmlerdeki gibi. Daha sonra sevgiliyle konuştuğumda bu anı defalarca farklı farklı insanlara anlatıp havasını attığını öğrendim. Hakkıda yani, benim gibi beyaz atlı bir prens kaç kişiye nasip olur!
Gece için planlanan Beylerbeyi'n de denize neredeyse sıfır bir mekanda fonda sanat müziği eşliğinde yenen boğaz manzaralı bir yemek ve devamında o soğuk havada hediyelerin paylaşıldığı boğazın şahitlik ettiği bir öpüşme merasimi. Vavvvv...

Sanırım hiçbir kadın böyle bir geceyi ömrü boyunca unutamaz. Tek kötü tarafı böyle bir geceden sonra bir sonraki sevgililer gününde aynı kadın ile beraber isem bu yaşananları tekrar yaşamak istemesi, belkide daha iyisini. Aman Allahım ben ne yaptım!

Tiyatro - Arzunun Onda Dokuzu (Dokuz Kadın)

İnsanoğlu ikiyüzlüdür, menfaati neyi gerektiriyorsa ona göre tavır alır. Ortak dinmiş, milletmiş gibi kavramlar sadece laftadır, lafta olmasa dahi ne farkeder? Ortak olan insanlık değil midir? Çıkarlar sözkonusu olduğunda orman kanunları geçerli olur, ve insanlık ölür. Bu kadar Filistin'i düşünen bir toplumun yanıbaşında yıllarca zulme uğrayan, öldürülen insanları görmemesi/görememesi nasıl açıklanabilir?
Heather Raffo'nun yazdığı Arif Akkaya'nın yönettiği oyunumuz ABD'nin Irak'ı işgalinden önce, işgal sırasında ve sonrasında kadınların gözünden Irak'ta yaşananlar aktarılmaya çalışılıyor. Konu açısından başarılı olan oyunumuz ağır dram içermesinden dolayı bazen sıkıcı olsada bir toplumu anlamak açısından değerli. Tabi anlamak derken bizimki laftan öteye geçmez. Ayrıca konu görsel ve ses öğeleriyle desteklenerek daha etkili kılınmaya çalışılmış. Oyuncular açısından baktığımızda teve ekranlarından da tanıdığımız Hasibe Eren'i de görmekteyiz ki ben kendisine ayrı bir antipatim bulunmakta, bunun nedeni sanırım zamanında oynadığı Avrupa Yakası isimi dizideki canlandırdığı yarım zekalı karakterden olsa gerek. Nasıl uyuz olduysam artık o karaktere ne zaman Hasibe Eren'i görsem aklıma o karakter geliyor. Ayrıca oyundaki performansını beğenmediğimi söylemeliyim.
Konu açısından başarılı, anlamlı olan oyunumuzun oyuncu performansları açısından tatmin edici olduğunu söyleyip iyi seyirler diliyorum.


Yazan : HEATHER RAFFO
Çeviren : FÜSUN GÜNERSEL
Yöneten : ARİF AKKAYA
Dramaturgi : HATİCE YURTDURU
Koreografi : HANDAN ERGİYDİREN (HAREKET DÜZENİ)
Sahne Tasarımı : GAMZE KUŞ
Işık Tasarımı : KEMAL YİĞİTCAN
Kostüm Tasarımı : NİHAL KAPLANGI
Efekt : METİN TAŞKIRAN
Yönetmen Yardımcısı : GÖKSEL ARSLAN-ÇOĞLAR POLAT
OYUNCULAR
BENSU ORHUNÖZ, CİHAN KURTARAN, HASIBE EREN, HIKMET KÖRMÜKÇÜ

Şeref Bey Stadyumu



* Bir sevgiliden ayrılırken ki gibi boğazımda acı bir yutkunma, gözlerimden akan bir damla yaş; unutulmayacak hatıralar, sevinçler, acılar, marşlar. Sensiz geçen/geçecek olan günlerin ........!