Sahne tozu

Ta 10 ay önce bir başlık atıp “yıllardır tiyatro koltuklarında izleyiciyim, ama artık bende o heyecanı yaşayacağım” demiştim. Bu uzun, emek dolu günler bitti ve sonunda pazartesi akşamı oyunumuzu sahneledik, güzelde oldu. Tiyatronun ne kadar emek harcanan, zor bir meslek veya hobi olduğunu görmek, yaşamak, tecrübe etmek bu işi yapanlara karşı saygımı bir kat daha arttırdığını söylemeliyim. Ayrıca sahne provaları olsun, oyun un sahnelendiği an ve daha sonra duyulan alkşlar, methiyeler insanın yorgunluğunu bir anda silip süpürüyor. İnsanın gururun okşanması, sağının solunun ayrı oynaması, egosunun tavan yapması ayrı bir zevk.

Hatırlıyorumda askerliğin ilk günlerinde selam verirken heyecandan kalbim yerinden çıkacak gibi olurdu. Çavuş “git koş gel” der, koşup geldiğimde ise heyecanım yatışmaz üstünede yorgunluktan kalbim çarpardı. O günden bugüne gelmek garip. Hayat insanı inanılmaz değiştiriyor.

Oyunun sahnelendiği günün sabahı heyecandan kalbim ağzıma doğru fırlarken bacaklarımın bağları çözülmüşdü. Öğlen saatlerinde 100 mt sprint 40 km maraton koşacak gibi enerji doluyken oyuna bir saat kala sahnedeki koltukta uykuda, 20 dakika kala ise heyecan, telaş, korku, mutluluk vb gibi hislerden arınmış bir robot gibiydim. Bu kadar farklı duyguları, duygusuzlukları aynı gün içerisinde yaşamak gerçekten bir garip.

Oyun bittiğinde tam olarak ne yaşadığınızın farkında olmuyorsunuz, ta ki sonraki gün insanların size söyledikleri o güzel sözlere kadar. Tevelerde sağı solu oynayan insanlara gerçekten şimdi hak veriyorum. O sözler, davranışlar ister istemez insanın ayaklarını yerden kesiyor, farklı bir dünyaya taşıyor. Abarttığım düşünmeyin, yaşadım ve hâlâ inanamıyorum.

Tiyatronun insana kattıklarının yanısıra unutulmayacak anlar bırakmasıda ayrı bir güzellik. Bundan sonra belki bir daha sahneye çıkamacayak olsam bile o koltuklarda olmaya devam edeceğim.

Mutluluktan uçmak dedikleri bu olsa gerek.

Beşiktaş:37 Bursa Nilüfer Bld.:26

Asılan bir pankartda dediği gibi "Türkiye'de ekol, Beşiktaş hentbol". Ligde gerek kalite açısında gerekse fizik açısından çok önde bir takımız ki yıllardır bunu parkelere yansıtmaya devam ediyoruz. Oyunun gidişatına baktığımızda ise 6 ile 11 sayı arasında fark gitti geldi ve sonunda rahat bir galibiyet aldık ki aksinide beklediğimiz söylenemez.
Her seferinde salonların dolması, desteğin artması taraftarı olduğumuzu dile getirsekde bazen acaba az olup öz olmak iyi midir demeden de kendimi alamıyorum. Bazı kendini bilmezler yine insanların keyfini kaçırmaya devam ediyor, salonları stadlara çevirmeye çalışıyorlar ki bu durum şahsım adına istemediğim bir hadise. Stadlara göre hentbol, voleybol, basketbol gibi diğer branşların seyircileri futbol taraftarından hep farklıdır, umarım hep farklıda kalır.



Referandumun Biricik Galibi Boykot

Yüksek Seçim Kurulu'nun açıkladığı sonuçlara göre Evet oylarının sayısı 21 milyon 700 bindir. Bu sayı toplam 52 milyon 51 bin kayıtlı seçmene bölünür ve Anayasa değişikliği paketinin onaylanma oranı yüzde 42 olarak bulunur.
Aynı şekilde Hayır oyları sayısı 15 milyon 853 bin, kayıtlı seçmen sayısına bölünür ve paketi onaylamayanların oranı yüzde 30 olarak bulunur.
Evet ve Hayır oylarından geriye kalan seçmen sayısı 14 milyon 408 bindir. Bunların 726 bin tanesi sandığa giderek geçersiz oy kullanmıştır. Dün akşam sayımlarda sandık başlarında gözlendiği gibi bu geçersiz oyların hemen tamamı protesto ibareleri ve alametleri ile dolu oylarıdır..
Geriye kalan 13 milyon 682 bin seçmen ise sandığa gitmemiş, referanduma katılmamıştır. Geçersiz oy ve sandığa gitmemek biçiminde gösterilen boykot tavrının oranı yüzde 28'dir.
Referandumun resmi şekildeki gibidir:




Eğer ülkenin nüfusu 72 milyon ise ve içinde 14 milyon sandığa gitmeyen seçmen yaşıyor ise resim budur.
Yok, eğer ülkenin nüfusu 58 milyon olup 14 milyon sandiğa gitmeyen seçmen yaşamıyorsa Başbakan çıkıp "yüzde 58'lik zaferi"nden dem vurabilir.
Gerçekte Anayasa paketinin tasdik edilme oranı seçmenlerin yarısının yüzde 16 gerisinde kalarak yüzde 42 olmuştur..
Bu referandumda kimi seçmenler bedava kömür torbaları ile, kimileri bonkör iftariye paketleri ile kimileri de - eğer bulabilmişler ise bir iş - çoğunun bir günlük kazançlarını bulan 22 buçuk TL sandığa gitmeme cezası ile ödüllendirildi.
Elden gelse neredeyse sandığa gitmeyenler seçmen listesinden silinecek, hatta nüfus kütüğünden düşülecek idi.
Tüm bunlara rağmen referandumun biricik galibi Ezilenlerin ve Emekçierin Boykot Cephesi oldu. Şimdi, Ezilenlerin ve Emekçilerin Halk Cephesini kurmak zamanı geldi.. (HA/EÖ)

Alıntı: http://www.bianet.org/bianet/siyaset/124749-referandumun-biricik-galibi-boykot

Dublörün Dilemması - Murat Menteş

Son bir aydır Ramazan, oruç derken kitap okumaya vakit bulamadım. Aslına bakarsanız eğer vakit boldu ama işte orucun verdiği miskinlik hissi okumamızı engelledi. Şimdi oruç dedik sizin aklınızda “ bu adam blogda sosyalist tavırlar gösteriyor, şimdi ne orucundan bahsediyor?” demeyin. Siyasal görüşümüzün yeri ayrı dini yaşantımız ayrı. Artık başka bir yazıda ondan da birşeyler karalarız. Neyse konuyu dağıtmayalım, tanıtmak istediğim kitap Murat Menteş'in kaleme aldığı Dublörün Dilemması. Yakın zaman içerisinde bloglardın birinde Murat Menteş'in bir teve kanalında yaptığı söyleşiyi izleme şansımı oldu. Otuzlu yaşlarda gayet bilgili, konuştuğu zaman dinlenecek ama bir o kadar bana garip gelen bir şahsiyet. Bu tavırlarıda aynen kitaba yansıtmış. Şimdiye kadar bu tarz bir kitab pek okumadım desem sanırım abartmış olmam. Bu tarz yapıtlara beyaz perde de karşımıza çıkıyor ama ben kitap olarak ilk defa rastgeldim. Buna örnek olarak Fatih Akın'ın “Yaşamın Kıyısında” isimli filmini göstrebilirim. Biraz daha açacak olursam eğer farklı karakterlerin bir şekilde hayatlarının bir yerde kesişmesi olarak açıklayabilirim. Bu size klasik mi geldi? Diğer farklı yönü ise kitabın kurgulanması ve özellikle karakterler.

Kitabımız Nuh Tufan, İbrahim Kurban, Habib Hobo, Ferruh Ferman isimli dört farklı karakterin gözünden yaşananları anlatıyor. Kitabın ilk sayfaları final bölümünün bir kısmı ile başlıyor ve daha sonra normal seyrini izliyor. Bu karakterler içerisinde ön plana çıkan ise Nuh Tufan isimli dik başlı, sözünü esirgemeyen, bilgili ayrıca yüzsüz bir albino. Albinonun ne olduğunu biliyorsunuz değil mi? Şu doğuştan saçları, tenleri beyaz olan bazılarına garip bazılarına ise “ulan bunların parçaları uğurluymuş” diye öldürdüğü insanlar. Yanlış hatırlamıyorsam eğer Afrika'da bu insanlar ulu denerek öldürülüyordu, daha sonrada vücut parçaları uğurlu diye satılıyordu. -Gerizekalılar-
Bir diğer karakter İbrahim Kurban; kısa cümleler kurmayı seven, babadan zengin, güzel sanatlar okusada kimyaya merak salmış, Nuh'un okuldan arkadaşı.
Üçüncü karakterimiz ise Prof Dr. Umur Samaz'ın arkadaşı gizli servisten dedektif Habib Hobo.
Ve son karakterimiz paraya para demeyen -artık ne diyorsa- mafya babası Rıza Silahlıpoda'nın damadı Ferruh Ferman. Ferruh Ferman çocuk yaşlarda baba şiddetine maruz kalmış bundan dolayıda kekeme olan, arkeloji okumuş olmasına rağmen işsiz kaldığı dönemlerde Rıza Silahlıpoda'nın kardeşi Roza ile tanışmış ve hayatını birleştirerek “yürü ya kulum” denilen tiplerden biri.

Konuyu anlatırken bazı karakterlerin bağlantılarından bahsetmicem ki gidip kitabı alıp okuyun. Ferruh Ferman eşi Roza'nın geçirdiği trafik kazasından dolayı Rıza Silahlıpoda tarafından sorumlu gözüyle görülmektedir. Bu sorumluluğun karşılığıda bu dünyadan öbürküne tek taraflı biletle yolculuğa uğurlanmaktır. Bu durumu öğrenen Ferruh işin içinden nasıl çıkacağını düşünürken gazetede bir haber gözüne takılır; “işlerinize yetişemiyor musunuz? İki yerde birden olmak mı istiyorsunuz? O zaman bizi arayın.” -veya bunun gibi birşey- Haber ilgisini çeker, bunun üzerine Ferruh telefon numarasını arar ve olaylar başlar. Artıl Ferruh, İbrahim Kurban tarafından yapılan maskeleri takan Nuh sayesinde ölümden kurtulacaktır veya kusursuz düşündüğü plan bu şekildedir. Nuh ve İbrahim için ise kârlı gözüken bu anlaşma gittikçe tehlike arz etmeye başlacaktır.

Anlatım tarzıyla ve karakteriyle farklılık yaratan bu kitabı okumanızı tavsiye ediyorum.

Kitaplı günler...

deepnoteee: Ramazan bayramınız kutlu, mutlu, şeker gibi olsun.

Das Experiment [2001]

Son yıllarda izlediğim en kaliteli yapımlardan biri olduğunu söyleyerekden söze başlamak gerek diye düşünüyorum. Kurgu, özgün bir konu ve oyuncu performanslarının öne çıktığı izlenesi, tavsiye edilesi bir film. -The Experiment ismi ile amerikan çakmasıda yakında vizyona girdi girecek gibi.- 2001, Almanya yapımı olan filmi kaleme alan Mario Giordano, yönetmen koltuğunda ise Oliver Hirschbiegel oturmakta. Festivallerden 13 farklı ödül ile dönen filmimiz bir o kadar ödülün eşiğinden de malesef eli boş dönmüş, ödül sandığı gayet dolu bir yapım. Filmin başrol oyuncusu ve öne çıkanı ise Häftling No. 77 karakteri ile Tarek Fahd. -bu adamı başka avrupa filmlerinde de izledim ama hangi filmde izlediğimi bir türlü çıkartamıyorum, yaşlanıyoruz sanırım- Özgün konu dedik o zaman şu özgünlükten bir bahsedelim, yapılacak olan deney için bilim adamları kobay olabilecek insanları bulabilmek amacıyla gazeteye ilan verirler. Bu deney için 20 kişi seçilecek, 14 gün sürecek ve karşılığında 4000 mark alacaklardır. Deney hapishaneye benzetilmiş mekanlarda geçecek, seçilen 20 kişiden 8'i gardiyan olurken 12'si mahkum olacaktır. Deneyin amacı baskı altında insan ve grup psikolojisini, değişimleri incelemek. Şiddet kesinlikle yasaktır, yapıldığı taktirde deney sonlandırılacaktır. Häftling isimli ana karakterimizden de biraz bahsedelim. Häftling mesleğine 2 yıl ara vermiş eski bir gazetecidir, ara verdiği bu süre içerisinde taksicilik yapmaktadır. Verilen ilanı gördüğü zaman hem para, hemde olayın ilginçliği dikkatini çeker ve gazete giderek haberi alır. Bu olayı belgeleyebilmek için de son teknolojiden yararlanır.

Deneyin başlamasyıla birlikte mahkum ve gardiyanların oyun oynanıyor psikolojisi gün geçtikçe değişim göstermeye başlar. Bu değişim psikolojik baskılara daha sonra gizliden gizliye şiddet eğilimlerine doğru yönelir. Bir söz vardı, tam olarak hatırlamıyorum ama şöyle birşeydi; “bir insanı tanımak istiyorsanız eğer büyü sorumluluklar veriniz.” Böyle baskılarda insanların yetişme tarzları, yaşam koşulları, psikolojik durumları yaptıkları işlere bariz bir şekilde yansır. Mesela bende öyleyimdir. Aşırı baskıda saldırganlışma, kontrolü kaybetme eğilimleri gösteriyorum. Ama bu davranış şekli sadece bana özgü bir şey değil, genel insan psikolojisi. Yoksa şeker gibi insanım yahu! :)

Benim gibi psikolojik, psikolojik-gerilim türlerini sevenler için kaçırılmaması gereken harika bir film olduğunu tekar dile getirmek istiyorum.

İyi seyirler...