Yavuz - Okay Tiryakioğlu

“Tarih tekerrürden ibarettir”, her başarısızlık da her rezillikte dilimize yapışıp, dışarıya vurduğumuz herkesin bildiği bir söz. Her kademeden insan bu sözü kullanmıştır, kullanır, hatta ilerki yıllarda sıkçada kullanılmaya devam edilecektir. Aslına baktığımızda tarih tekerrüden ibaret filan değildir(!); toplumların, bireylerin yaptıkları hatalardan, aç gözlülüklerinden, aptallıklarından oluşur. Yani sorun insandır. Şu kaniatın en şerefli yaratığı olması yanında en şerefsizidir de insan. İnsan geçmişini ne kadar iyi bilir, ne kadar iyi irdeleyebilirse hatası o kadar da az olur. Bu her konu için geçerlidir. -Kendimi alamayacağım yine - Buyurun Beşiktaş! Demirören, yıllar geçse fayda etmez. Şahsım adına mümkün olduğunca Türkiye ve dünya yakın tarihini öğrenemeye çalışıyorum. Bazen belgesellerle, bazen tarih içerikli romanlarla, bazen tarih kitaplarına gömülerek. İş yarıyor mu? Günümüzde yaramasa da bilmek iyidir, fazla bilgi göz çıkarmaz. Şuraya kadar kitap ile ilgili hiçbir şey yazmadım farkındayım ama tarih içerikli bir eser olunca bir yerden giriş yapmak lazımdı. Kusura bakmayın geveze tarafıma denk geldiniz.

Yavuz Sultan Süleyman, dünya tarihinin gördüğü en büyük liderlerden, imparatorlardan, komutanlardan biri. Genellikle yetersiz okul kitaplarında şöyle üstün körü anlatılıp geçilenlerden. Genellikle de dünyanın birçok tarafında olduğu gibi sadece kahramanlık tarafları anlatılarak tartışılmaz bir objeye çevrilen bir kahraman. Unuttuğumuz bir nokta vardır ki o da bahsedilen kişilerin bir insan olduğu ve hatalarının olabileceğidir. Yavuz isimli kitabımızda da bu büyük padişah anlatılıyor; anlatırkende çocukluğuna, tahta geçişine, seferlerine ve vefatına kadar olan bütün dönemlere değiniliyor. Bu esnada ruhuna gani gani rahmet dileyelim. Kitabımızın yazarı Okay Tiryakioğlu. Kitabın kapağı gayet ihtişamlı ve üzerinde Yavuz, altında roman yazıyor. Yazıyor yazmasına da pek romanımsı bir havası yok. Tarih tarafıda yok gibi. Tarih kısmı üstün körü anlatılmış, yüzeysel. Edebiyat kısmı sönük kalmış. Bu kadar sönük oluncada insan ister istemez beğenmiyor. En azından bir takım tarih ile ilgili bilgileri beynimin sol lopuna kazımış oldum, belki ilerde yararı olur.

Kitaplı günler...

Sensiz geçen bir yıl daha: Kazım Koyuncu



Hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar'a, ateş hırsızlarına, Ernesto 'Çe' Guevara'ya, yollara -yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz... Her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya!

Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim - Can Yücel


Ben hayatta en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin

O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici - hep, hep acele işi
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti

Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul'a
Bi helallaşmak ister elbet , diğ'mi oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy'nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu,

En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim.

Can Yücel

deepnote: Baba Hüsnü, Baba Hakkı, Baba Recep ve Beşiktaş'a bir babanın yapabileceğini yapan tüm gönüldaşların babalar günü kutlu olsun.

Büyük Beşiktaşlı Q7

Israrla söylüyorum yok birbirimizden farkımız, varsa da farkımız; onun nedeni de bin, bilemedin iki bin kişidir(!), gerisi traş.
Hadi fotoğraflarda ki bilmem kaç tane olan maddi ve manevi farkı bulun.
Başkan için açılan pankartta hoşmuş, yakışmış.


Anadolu'nun Kayıp Şarkıları [2010]

Anadolu'nun coğrafi konumu nedeniyle binlerce yıldır farklı toplulukları, kültürü barındırması sonucu her zaman diğer toprak parçalarından farklı bir yanı olmuştur. Bu farklı kültürler zamanla içe içe geçerek örfüne, adetine yansımıştır. Bugüne kadar bu zenginlikleri araştırmak için belgeseller, kazılar, araştırmalar yapılmıştır ama "Anadolu'nun kayıp şarkıları" gibi müzik kültürü üzerine herhangi bir çalışma yapılmış mıdır bilmiyorum. Nezih Ünen'in yönetmenliğini üstlenmiş olduğu bu belgesel, müzikal içerikli çalışmada hiçbir profesyonel müzisyen bulunmadığını söyleyelim. Türkiye'nin dört bir yanında belkide bu güne kadar hiç ekrana yansımamış olan halk türküleri farklı dillerde yedisinden yetmişine kadar birçok sade vatandaş tarafından dile getiriliyor. Bununla da yetinilmiyor, bu türkülere modern müzikler gayet hoş bir şekilde eklenerek ortaya inanılmaz güzellikler çıkartılıyor. Bu belgeseli izlerken ülkemde ne kadar farklı dilin, milletin, kültürün, dinin bulduğunu tekrar hatırlamamda cabası.




Gayet hoş, eğlenceli, bilgilendirici tarafı olan bu yapımı izlemenizi tavsiye ediyorum.
Belgesel severlere duyrulur diyip yapımda semah eşliğinde dile getirilen Mevlana'nın sözleriyle yazımı bitireyim.

Gel, ne olursan ol yine gel,
İster kafir ol, ister ateşe tap, ister puta,
Nasılsan öyle gel...
Bu dergah umut dergahı, umutsuzluk değil...
Kim olursan ol, öyle gel!
“Nerelisin?” diye sordum ona
Şakacı bir gülüşle bana dedi ki
“ Benim yarım Türkistanlı, yarım Ferganalı,
yarım sudan topraktan, yarım candan gönülden,
yarım deniz, yarım baştan başa inci”
“ Arkadaş olalım o zaman
yabancı değil, akrabayız” dedim
Gülümseyerek dedi ki “Ben akrabamla yabancıyı,
tanıdıkla tanımadığımı ayırt etmiyorum”
Sen bensin, ben senim işte
Öyleyse bu kavga niye?


www.anadolununkayipsarkilari.com

Şeref'li Beşiktaş taraftarı

Sanırım 2-3 haftadır bloglarda, forumlarda, hatta Köyiçi'nde duvarlara yapıştırılan afişlerle böyle bir gün hakkında insanlar bilgilendirilmeye çalışıyordu. Gördüğüm kadarıyla bilgilene bilgilene 100-200 taraftar bilgilenmiş. Eh buna da şükür diyelim(!), geçen senenin neredeyse iki katı. Gelenin, gelmek isteyip önemli bir nedeni olup gelemeyenlerinde yüreğine sağlık... Diğerlerine söyleyecek zaten laf yok. Şimdi gidin Q7'yi karşılayın!

Sevdali yureklerde beyaz surgunler
Halayla,turkulerle sevdi bu kalpler
Yıldızlar tutustu siyah beyazla
marslarimiz aglasin kartal askiyla
besiktas seninle olmeye geldik..Besiktas

gucune guc katmaya geldik,
formanda ter olmaya geldik,
besiktas seninle olmeye geldik.. Besiktas

barbaros meydani'nda dun gibi sevdan,
derin bir nefes cektik abbasaga'dan,
bir umudum sensin anliyor musun,
hayat yasanmiyor senle olmadan,
besiktas seninle olmeye geldik.. Besiktas

gucune guc katmaya geldik,
formanda ter olmaya geldik,
besiktas seninle olmeye geldik. Besiktas




Grup Yorum 25. Yıl Konseri

Tam 25 yıl. Kurulduğundan bu yana grup üyeleri değişmiş olsa da ne savundukları düşünceden ne de müziklerinden, tarzlarından ödün vermediler. İktidar, zamana göre gömlek değiştirmeyi meziyet gören zihniyete karşı böyle bir düşünce sahip olan insanları tebrik edip, sanat sadece laylay yapmaktan ibaret olmadığını da söyleyelim.
Özel bir gece olmasından dolayı bu sefer Grup Yorum sahneyi birçok isimle paylaştı ki o sahnede kimler kimler vardı? Tuncel Kurtiz, Suavi, Nejat Yavaşoğulları, Haluk Levet, Genel iş başkanı Erol Ekici, x senfoni orkestrası, kalabalık bir koro, halk oyunları ekibi ve ismini sayamadığım -daha doğru hatırlayamadığım- bir çok gönüldaş. Ve Şeref Bey'de 55 bin kişi. Sanırım dağılma esnasında trafikteki sürücüler “ne oluyoruz lan” gibi bir şaşkınlık yaşamışlardır. Bu kadar kalabalık bir halay ekibine de ilk kez şahit olduğumu söylemeliyim. Dile kolay 55 bin kişi :) Yaklaşık 4 saat süren konser süresince eğlence bir kenara devrimcilerin, yoldaşların anılmasının yanısıra emperyalizme, abd'ye karşı tek bilek olunup protesto edilmesi de başka bir not düşülecek nokta.

Benim için bir başka güzellik ise yıllardır tribünlerinde olduğum Şeref Bey'in çimlerine, kutsal topraklarına ayak basmış olmam. Utanmasam eğilip yüzümü çimlerine gömecektim. O tribünlere karşı bir 90 dk oynayabilmek için neler vermezdim. Ah be!

Güzel ve anlamlı bir gecenin bitiminde haydi şimdi Şeref Bey'e!


Kızıldere

Ölüm onlari apansiz yakalamadi
ülkemizin ucsuz bucaksiz sira daglarinda ve ovalarinda
kentleri yoksul mahalelerinde, ve ugulduyan meydanlarinda
kusatmalar altinda ve barkartlar arkasindan
sömrüye zulme boyun eymemenin onuruyla,
ölümün üstüne yürüdü onlar
tereddüt etmediler yok biz buraya dönmeye degil ölmeye geldik
diyerek türkülerle, marslarla karsiladilar ölümü
özgür ve esit bir gelecek icin
canimizdan bir parca koparircasina,
en iyilerimizi verdik topraga
onlar yaratilan DEVRIMCI deyerlerin,
onurun, erdemin, inancin simgeleri olarak
yüreklerimizi dolduruyor, bilincimizi aydinlatiyor,
bizi kopmaz baglarla bagliyor DEVRIME...


Oy dere KIZILDERE, böyle akisin nere
Oy dere KIZILDERE, böyle akisin nere

onlar bitermi sandin sana can vere vere oy oy oy oy
onlar bitermi sandin sana can vere vere oy oy oy oy

Dere bizim evimiz, suyu alin terimiz
Dere bizim evimiz, suyu alin terimiz

söyle nedendir dere vurulur genclerimiz oy oy oy oy
söyle nedendir dere vurulur genclerimiz oy oy oy oy

Dere böyle durulmaz, Gence kursun sikilmaz
Dere böyle durulmaz, Gence kursun sikilmaz

Sanma FAŞIST olandan, birgün hesap sorulmaz oy oy oy oy
Sanma FAŞIST olandan, birgün hesap sorulmaz oy oy oy oy

KAHROLSUN FAŞIZM YAŞASIN DEVRIM

Pinhan - Elif Şafak

Tasavvuf ve Mevlevilik hakkında çok bilgim olduğunu söyleyemem. Sadece merakımı gidermek için okuduğum, bilgiler edindiğim birkaç kitap bulunmakta ama onlarda sadece başlangıç seviyesinde. Onun içindir ki kitabı tasavvuf tarafından eleştirmem veya yorumlamam mümkün değil.
Elif Şafak'ın kaleme aldığı ilk romanı olan Pinhan 1998 yılında Mevlana Büyük ödülünü almıştır diye bir not kitabın kapağında ve söyleşi sayfalarında not olarak düşülmüş. Yukarıda yazmış olduğum cümlelerin nedeni de budur. Bu bilgi yetersizliğinde tasavvuf açısından eleştirmeye kalkmak cahillik olur. Kitabı eleştirmek yerine aklımda kalan birkaç noktayı sizinle paylaşmayı uygun görüyorum.
Konu;
Pinhan fakir bir ailenin, haylaz mı haylaz çocuğudur. Gününü gün etmekte çocukluk günlerini arkadaşlarıyla haylazlık ederek geçirmektedir. Yine birbirinin benzeri günlerden birinde ağaçlara tırmanıp, meyve aşırırken bir kuş görürler. Kuşun boynunda değerli bir taş. -taşı hatırlayamadım, zümrüt mü desem? Yoksa elmas mı?- Kovalamaya başlarlar, kuş taşlarla örülü tekkenin bahçesindeki bir ağaca konar. Pinhan'da peşinden. Ve daha sonra ismi Pinhan olacak çocuğun hikayesi yazılmaya başlar.
-Çocuğun Dürri Baba tarafından Pinhan ismini alana kadar ki zaman zarfında herhangi bir isim ile çağrılamadığını söylemeliyim.-

Kitapta aklımda kalan birkaç nokta var ki gerek ilginç olmasıyla, gerekse anlatımı açısından etkileyici. Birincisi Pinhan'ın çift cinsiyetli olması. İkincisi Dürri Baba tekkesi ve orada yaşananlar. Üçüncüsü ise Akrep Arif mahallesinin inanılmaz ortamı. Özellikle Akrep Arif mahallesinin yazar öyle bir anlatıyor ki kendinizi garip, bir o kadarda farklı bir dünyada hissediyorsunuz. Hele benim gibi in, cin diyince “ne oluyoz lan” diyen biriyseniz eğer Akrep Arif mahallesinde yaşananlar daha farklı bir hal alıyor. Koskoca bir kitaptan aklımda kalan bu kısımların yanında bir de üzerimde anlam veremediğim garip hisler bırakması. Onun dışında kitap benim için pek etkileyici sayılmazdı. Kitap hakkında bundan fazla birşey yazmaya da lüzum görmüyorum.

Okumakla birşey kaybetmezsiniz, okusanızda birşey kazanmazsınız.

Kitaplı günler...

amut goes to ...

Dizilerde ki en kötü senarist ve yönetmen ödülleri;

armut altun goes to Adanalı
Yönetemeyen: Bora Onur
Yazıpkansereden : Tayfun Güneyer


Adanalı isimli diziye boş izleyenler derneğinin seçkin jürisi ve reytng hesapçılarının verdiği oylarla yarışmamızın açık ara birincisi olarak seçtik. Özellikle son bölümde bulundukları dublex ev gaz ile doluyken tamamıyla camı kırılmış pencereden balkona çıkmak veya kenarına yaklaşıp hava almak varken odanın içerisinde koltuklara oturup öksürmeyi, dolayısıyla ölmeyi seçen karakterleri yaratan senariste ve yönetmene söyleyecek söz bulamayıp, ödülü ivedi etiketiyle kendilerine postalıyoruz.

Jürikanınot: Yanlış olmasın, bu ödüle sadece son bölümde yaşananlardan değil genel olarak bu kadar saçmalığı bir araya getirip ekranlara yansıtabilmelerinden dolayı verdiğimizi söylemeliyiz.

Armut silver goes to Küçük Kadınlar
felakettelallı: Deniz Akçay


İkincilik ödülü Küçük kadınlar dizinin yazanisti Sayın Deniz Akçay'a gidiyor. Bir ailenin başına dünyada ne kadar bela varsa gelebileceğini bizlere ispatlamak için çaba gösteren, gösterirken de yuh seviyesine kadar çıkartan bu güzide falaket tellalını düşmanımızın başına havale edip, ödülünü evinin bahçesine atıp kaçıyoruz.

armıt bakır goes to Kurtlar Vadisi
Yönettiğinisanan: Sadullah Şentürk, Zübeyr Şaşmaz
üçyazzançizzen: Raci Şaşmaz, Bahadır Özdener, Cüneyt Aysan


Ramboyu izlerken “yok daha neler, yuh be” dediğimiz günlere bizi götüren bu muhteşem ikiliye jurinin ve Cüneyt abimizin verdiği oylarla es geçmedik. Bir Türk dünyaya bedeldir sözünü bizzat yaşatan bu aksiyonistlere sadece verdiğimiz ödül ile değil, sözlü olarak da teşekkür ediyoruz.

Konyalıhalködülü: Her taraftan gelen mermilere aldırış etmeden Konya ovasında hava almaya çıkmış avcı misali davranışlarından dolayı polatcan alemdar efendiye Konyalı hemşerilerinden o günün anısına özel bir ödül verildiğinide belirtelim.

bodybuldingödülü: Polatcan alemdar bey Konya ovasında takılırken ona kıl olan hasımlarının 3-5 mt den her attıklarını ıskalama başarısı göstermesi, bunun yanısıra ördek misali avlanmaları gözümüzden kaçmadığını da belirtmek isteriz.

Yazarçizersallarnot: Bunları belirtirken ben jüri başkanı olarak bu eziyete ev ahalisinden dolayı beş, bilemediniz on dakika boyunca maruz kaldığımı sonra daha fazla dayanamayarak ancak kaçarak kurtulduğumu bildirmek, söylemek, yazmak isterim. Ritük'ü döreve çağırıyoruz, çağırmakla kalmayıp yalvarıyoruz. Yeterrrrrrrrrrr....