Korku - Yaşar Kurt



Korkuyorum anne
Al beni içine
Alışamadım anne
Al beni yine...
Büyüdüm anne evler büyüdü
Büyüdü papuçlar yollar büyüdü
Orduya istiyorlar
Savaş çıkar diyorlar
Silah veriyorlar anne
Bana öldür diyorlar
Yat diyorlar anne
Kalk diyorlar
Beynim yiyorlar anne
Beynimi yiyorlar..
Kapat televizyonu anne
Seni de kandırıyorlar
Oyunu verme anne
Oyuna gelme anne...

10,5 nömera

Bu hafta gerçek anlamda doludolu geçti. Yaşananları biraz bekleyip, sağlıklı düşündükden sonra yorum yapmak sanırım en doğrusu. Şimdi sakin kafayla bu hafta yaşananları, etkilerini, yakın gelecekde karşılaşacaklarımızı ele alalım.

* Tigana'dan sonra basına posta koyan birini görmek güzel. Hele ki karga benzetmesi içimde ki yağları eritti. Helal demediysem adam değilim. Ama bu söylemlerin birde rövanşı olacağını Mustafa Denizli unutmamalı. Yapılan bu konuşmaların ardından söylemlerini güçlendirmesi gerekiyor, aksi taktirde bu leş kargaları adamın gözünü oyar, etlerini lime lime eder.

* Belli bir süredir donma, dondurma konuları sayfaların başlıca konularıydı. Dondu, donacak derken en sonunda anlaşma yapıldı ve Delgado'nun sözleşmesi sezon ortasına kadar askıya alındı. Tabiki sözleşmedeki yazılanlar dahilinde, yani Delgado parasını almaya devam edecek. Doğru olanıda bu zaten. Ama işin tartışılması gereken tarafı geçen yıl Delgado'nun sakat olmasına rağmen ameliyata izin vermeyen yönetim, teknik heyet sinek ikilisi. Kendileri açılarından haklı olsalar da bugün gelinen noktada hatalı oldukları fazlasıyla önplana çıkıyor.

* Ne dedik? Evet Delgado'nun sözleşmesi sonunda dondu. Ne diyordu Denizli? 10,5 nomare isterim. Öyle böyle derken sonunda aldık. Şimdi soru şu; yabancı sayımız kaç oldu? Evet bildiniz 9. Devre arasında Delgado'nun dönmesiyle kim gidecek sorusu sanırım ilerki günlerde bayağı bi gündemimizi dolduracak. Hadi hayırlısı nurtopu gibi bir sorunumuz daha yolda. Kendi kendine sorun yaratan kaç kulüp vardır cidden merak ettim.  

* Evet 10,5 nomare'li oyuncumuz sonunda bulundu. Hemde öyle uzak diyarlarda değil yanı başımızda. Ve karşınızda Tabataaaaaaa... Meblağ ise uçukmu uçuk. Tam 8 milyon avro olduğu söyleniyor. Hani 8 değilde 7 olsa ne farkeder ki? Bobo'yu 5 milyon avro'ya satmaya çalışan bir kulübün Tabata'ya 8 milyon veya buna yakın bir rakam vermesi ne kadar iş bilmemezlik, yönetimsizlik kokuyor değil mi? Birde bu transfere onay veren Mustafa Denizli'ye ne demeli? Yürü be Denizli, vizyonuna kurban senin.

* Şimdi bu Tabata transferinin başka bir etkisi daha mevcut. Yakın zamanda aynı kulüpten transfer edilen İsmail Köybaşı isminin Tabata transferiyle yanyana koyulup dile getirilmesi. Şimdi diyebilirsiniz ki;”olsun, ne olacak ki?” İsmail hem Beşiktaş'ın hemde milli takımın değişmezi olacak bir oyuncu. Bu oyuncunun ismini devamlı olarak transfer parasıyla yanyana getirip, insanların gözüne sokarsanız eğer en ufak başarısızlığında tepkiler almaya başlar. Bugün Bobo'nun geldiği durumda bundan farklı değil. Bakın bir haftadır Tabata isminin yanına İsmail'in ismi güzelce yerleştirilip, taraftar pofpoflanıyor. 

* Artık maça geçelim. Gaziantep maçı gerçekden izleyiciler için çok zevkliydi. İki tarafında açık futbol oynayıp, çirkefliğe yatmaması maçın seyir zevkini bir kat daha artırdı. Tek üzücü olan bu güzel futbolun sonuncunda ağların havalanamamasıydı. Maçın teknik taktik analizine girmeyeceğim, benim için önemli olan oynanan futboldu ve bunun karşılığınu bu akşamda fazlasıyla aldım. Bu akşam oynanan futbolun güzelliğini sadece Beşiktaş'a bağlamak haksızlık olacağından dolayı Gaziantep'e de bir alkış lütfen. 

* Bir de sanırım sahaya giren bi gerizakalı vardı. Ne işin var ulan senin orada?

* Son olarak yönetimin ne kadar vizyonsuz olduğunu bildiğimden tek kelime etmeyeceğim ama Denizli'nin de bizim yönetimden aşağı kalmadığını gördüm.  

Lösev Anadolu yakasında açıldı



LÖSEV Lösemili Çocuklar Vakfı,

İstanbul’daki 2. şubesini Anadolu Yakasında Açtı…

 

 

 

Sevgili gönüllümüz,

İstanbul’da sizlerle birlikte yürüttüğümüz çalışmalarımızın en olumlu meyvesi LÖSEV Anadolu Yakası Şubemizi açtık.

 

İstanbul’da yoğun şekilde devam eden çalışmalarımız, hastalarımıza, firmalarımıza, gönüllülerimize, destekçilerimize daha yakın olma arzumuz sebebiyle Avrupa yakasında 4 yıldır yürüttüğümüz başarılı çalışmalarımızı aynı güç ve heyecanla artık Anadolu Yakasına da taşıyoruz.

 

Biz tüm çalışmalarımız için desteği ve gücümüzü sizlerden aldık. Hani hep sordunuz ya” Anadolu Yakasında bir LÖSEV Ofisi ne zaman açılacak?”

Şimdi Anadolu Yakası ofisimizde sizleri görmek ve yanımızda olduğunuzu bilmek gücümüze güç katacak.

 

Sizi Bağdat Caddesinde ki ofisimize davet ediyor ve yanımızda olduğunuzu bilmek istiyoruz.

 

 

Sevgilerimizle,

 

Adres:     

Adresimiz: Göztepe Mh. Bağdat Cd. Yenisey Apt.No: 253/A

Kadıköy/ İstanbul

Tel: 0 216 359 85 85 (Göztepe Parkı Karşısı, Köfteci Zeynel’in üst katı)

 

 

Hadi Gençler oynayın

Mustafa Denizli'yi sadece Gençlerbirliği maçı için eleştirmek haksızlık olur. Her oyuncunun performans düşüklüğü yaşayacağı gibi teknikdirektörler içinde bu geçerlidir düşüncesindeyim. Kendisinin liderlik vasıfları olmasının yanında camiaya verdiği moral motivasyonu inkar etmesemde taktik teknik anlayışını beğenmem.

Bu seneki takımın performansının yanında yapılan transferleride konuşmak gerektiğini inanıyorum. İlkönce transferler ile başlıyım.

* Takımın eksiği olduğunu düşündüğüm sağbek ve solbeklere yapılan transferler yerindeydi. Özellikle İsmail transfer yüksek bir bedele gelmiş olmasına rağmen iyi bir transferdir. Ama işin ilginci Üzülmez'in sakatlıkdan kurtulur kurtulmaz ilk onbirde yer alması biraz garip ve eleştirilebilecek bir durum. İsmail sonuçda tecrübesiz bir oyuncu değil, aksine hazır bir oyuncu.

* Rıdvan geleceği olan bir oyuncu ama süper lig tecrübesi olmaması nedeniyle zamanla kazandıralabilecek bir oyuncu ve yerindedir.

* Erhan'ın transferi içinise neden yapıldığını bilemiyorum. Erhan oynadığı maçlarda yaptığı bindirmeler ile evet bu adam olacak dense de maçlarda final pasları günü gününe tutmuyor. Biraz dengesiz bir oyuncu. Benim için üzülecek durum ise özkaynakdan bir sağbek veya sağ açığın takıma kazandıralamamış olması. Hani diğer bölgeler için bir bahane üretilebilir, ya sağ taraf için. 

Nihat; kendisinin kariyeri ortadadır. Ama bu transfer takımın eskik bölgesi olduğu içinmi yapıldı yoksa Topuz olayında yaşanan başarısızlığı örtbas etmek içinmi yapıldı sorusu insanın aklına takılmıyor değil.

* Fink; şampiyonlar ligi oynayacak bir takımın eline geçecek para hiçde azınmayacak bir miktar değil. Bu avantajı kullanıp bu bölgeye çok daha kaliteli bir oyuncu transferi yapılabilecekken neden üst düzey turnuvalarda boy göstermemiş bir oyuncu alındığını bilmiyorum. Fink transferi için yapılan açıklamalarda devre arasında anlaşma yapıldığı söylenmişti. Sanırım o sıralar takımın şampiyon olacağına inanılmıyordu.

* Ferrari; aldığı para, bugüne kadar bonservis ödenmemiş olması dillere dolansada iyi bir transfer olduğu gözüküyor. Hadi hayırlısı.


Şimdi gelelim takımın performansına. Barış kupası ve (i.b.b maçı haricinde) ligdeki bütün maçlarını takip etme şansım oldu. Barış kupasında ki maçları gözönüne aldığımızda iyi alan daraltan, mücadelesi yüksek bir takım görüntüsü verse de ortasahada top yapamayan, dikine oynamayan bir takım görüntüsüde çizmişdi. Takım da yeni oyuncular var düşünsesiyle ve rakiplerin gücü düşünüldüğünde olabilir demişdim ama ligin başlamasıyla değişen bir şey olmadığı ortaya çıkdı. Beşiktaş'ın karşısına çıkan takımların ortasahada çoğalıp, biraz ayağa top yaptığında oyunu istedikleri gibi yönlendirdikleri gözüküyor ki bu şampiyonluğa oynadağını söyleyen bir takım için tezat bir durum.. Antalya maçınının 70 dakikasına kadar kötü oyun devam etti. Diğer maçlardan tek farkı Antalya'nın ayağa top yapamamasıydı ki bunuda ağır ödediler. Gençlerbirliği maçına çıkan kadro ise hayli ilginçdi. Maç sonu Mustafa Denizli'nin yaptığı yorum ise garipdi. Rakibin top oynatmamaya çıkdığını söylemesi futbolla yeni tanışan birinin açıklaması gibiydi. Sonuçda şuana kadar gözüken tablo pek açıcı gözükmüyor, rakiplerin bu sene yaptığı yatırımları gözönüne aldığımızda bu sene lig daha bir çekişmeli olacağı daha ligin başından belli oluyor. İlerki günlerde sakatların iyileşip gelmesiyle takım düzelirmi görücez. Tabiki sadece bizim düzelmemiz tek başına yeterli değil. Biz düzelene kadar rakiplerin durumu ne olacağı da büyük önem taşıyor.

Şairler Parkı'ndan Marmara bu sene belki de Mustafa Denizli sayesinde Demirören'den kurtulabileceğimizi yazmış. Bende kendisine ” boşuna heveslenme Demirören'i devlet bile yıkamaz” diyorum. :)

12 Angry Men [1957]


Sinemalarda şu sıralar istediğim tarzda filmler bulamıyorum, aslında uzun zamandır bu böyle. Sinemada oynayan filmlerin büyük çoğunluğunu amerikan sineması dolduruyor. Bu da doğal olarak birbirinin kopyası filmler anlamına geliyor. Daha farklı filmler bulabilmek için ya uzakdoğu sinemasına veya latin amerika ülkelerine doğru yol almak lazım. O da olmadı benim gibi geçmişe doğru yol alıp kült filmlere uzanmak gerekiyor.

Bu geçmişe gidişler esnasında konusu beni çok etkileyen, bunun yanında oyunculuk açısından da mükemmel bir film olan 12 Angry Men ile karşılaştım. Film 1957 yapımı, siyah beyaz. Sanki o zamanlar insanlar daha beyefendiymiş, daha şıkmış gibi geldi bana. Filmin yapımcıları arasında olmasının yanında başrolünü üstlenen isim ise Henry Fonda. İnanılmaz bir oyunculuk sergilediğini söylemek lazım. Fonda'nın yanısıra Lee J. Cobb'nun oyunculuğuda çok iyi. Günümüze göre konu basit, bütçesi dar olarak görülebilir ama film aksine inanılmaz. Ayrıca 3 Oscarlık bir film olduğunu unutmadan söyliyim. Konu basit olarak görülebilir demiştim, dışarıdan bakınca evet öylede gözüküyor. Film babasını öldürdüğü gereçesiyle birinci dereceden cinayetle yargılanan 18 yaşında ki bir gencin idam edilip edilmeyeceğine karar vermeye çalışan 12 kişilik jürinin bir oda içerisinde ki ilişkilerini, dialoglarını ele alıyor. Yargıcın son sözü jüriye bırakmasıyla jüride ki insanlar bir odaya girerler, yapılan ilk oylamada 11 suçlu, bir suçsuz kararı çıkar. Tam anlamıyla suçlu veya suçsuz bulunabilmesi için herkesin aynı fikirde olması gerekmektedir. Aslında Hennry Fonda'nın canlandırdığı 8. jüri çocuğun suçlu olup olmaması arasında kalmıştır. Bu karasızlığın nedeni ise bu kararın bu kadar hızlıca çıkartılmak istemesinin yanında mahkemedi ki savunmasızlıktır. Konu tartışılmaya başlandıkça, deliller ortaya döküldükçe fikirler değişecek, önyargılar kırılacaktır. Film sadece orada bir çocuğun yaşantısının devam edip etmeyeceği değil jüride bulunan insanların toplumda, özel hayatlarında yaşadıklarının dışa vurumunun ortaya dökülmesidir. Özgün bir konuya sahip olan bu film için pek fazla söze gerek yok. Tek kelimeyle mükemmel.

Elinde ki cigaraya kurban Bob abi



Sana selamlar olsun ey güzel insan.

Totti 10 = Roma



Endüstriyelleşen futbolda artık oyuncular daha fazla para kazancağı kulüplere yönelmekteler. Kulüp, camia aşkı denen olgu pek kalmasada buna karşı duran bazı oyuncular vardır. İlk aklıma gelenler Barcelona Puyol, Milan Maldini'dir. Ama bunun ötesinde olan, diğerlerinden ayrılan efsaneler yaşamaktadır. Hem dünyanın sayılı oyuncularından olacaksınız, hem sizi isteyen büyük miktarda paralar ödemek isteyen takımlar olacak, hemde oynadığınız takımın çok büyük başarıları olmayacak, olsa da çok az yaşacaksınız. İşte bu tanıma uyan, aklıma ilk gelen oyuncu Totti'dir. “Kulüp satılır, Totti satılmaz” diyecek kadar taraftarın sevgilisidir. Bu sevgiye ise Totti bütün yaşantısının Roma'ya ödeyerek verdi. Doğma büyüme Romalı olan Totti 1989 yılında daha 13 yaşındayken AS Roma'nın altyapısına girdi. 16 Yaşında A takıma yükseldi ve ogünden bugüne bir efsane oldu. Şuanda Roma'nın ençok forma giyen oyuncusudur ki bugün 33 yaşında, daha ne kadar oynayacağıda bilinmez. Sadece Romalı taraftarlar değil biz futbolseverler içinde bir efsanedir. O “karizmatik, lider ve başlıbaşına bir 10 numara'dır”  

 2004-2005 sezonunda giydiği bu formada ne güzeldir, ne kadar yakışır kendisine. 

Bize de açılın

Sizlerde basından haberleri azçok takip ediyorsanız eğer son bir aydır Kürt açılımıyla yatıp kalkıyoruz. Tabiki böyle çalışmaların yanındayız. Bu ülke topraklarında yaşayan milletlere kendi dillerini, kültürlerini yaşatması için gerekli demokratik açılımların devlet tarafından yapılması gerekmektedir. Bunun yeride meclistir. Bugünkü meclis çatısı altında birçok görüş sergilenmektedir ki yapılması gereken bu görüşlerin bir ortak yolda biraraya gelmesidir. Ben istemiyorum, olmaz diyerek sorunlar çözemezsiniz. Çözemediğiniz sorunlar ise size ileride daha büyük felaketler olarak geri döner. Meclisde bazı partilerin İmralı'yı yol olarak göstermesi ise Kürt halkına hakarettir. İçeriden veya dışarıda ki farklı ülkeler tarafından desteklenip maşa olarak kullanılan, kendi halkını yıllarca katleden, hizmet yapılmasını baltalayan, gelirlerini kadın ticaretinden, uyuşturucudan, tehditden, adam kaçırmadan, öldürmeden kazanan bir örgütü Kürt halkının savunucusu olarak gösterip kahramanlaştırmak bu halka yapılacak en büyük haksızlıktır. İnsanlar haklarını aramalıdırlar, ama demokratik çerçeve altında bunu yapmalıdırlar. Aksi taktirde kaybeden, üzülen, ölen, insan gibi yaşamın dışında kalan bu ülke topraklarında yaşayan bu halklar olacaktır, olmuştur da.
Benim asıl değinmek istediğim konu ise bu tartışılan açılımın sadece Kürt halkı için olduğu gibi bir izlenim yaratılmasıdır. "İstekler hep Kürt halkına yöneliktir, ya bizler Türk omayanlar? Bizlere bu tür haklar tanınacakmıdır? Bugüne kadar ne başbakanın ne de hükümetin veya basından birinin ağzından böyle bir yorum duymadım. Evet Kürt, Türk'ün dışındakiler sizlerede benzer haklar tanınacak. Tanınacak mı?" diye düşünenler çıkacaktır. Bu açılımında dışında farklı milletlerim bir dipnot olarak bile hatırlanmamaları rahatsız edicidir. Unutulmamaldır ki bu ülkede laz, gürcü, çerkez, arnavut ve ismini hatırlayamadığım bir çok millet bulunmaktadır.

Çıxta, Kurela - Şavşat

Yolun ne kadar uzun olduğunu unutmuşum. Sadece Artvin'e ulaşabilmek 22 saatimi aldı, daha sonra Şavşat'a ulaşmak için bir saatlik yol, sonra mı? Birde köye inmek için yaklaşık iki saatlik bir yol daha, nerdeyse köye inmek 2 günümü aldı. :) Yoruldum, bayıldım. Memleketde kuşa,böceğe,çiçeğe yaz gelmiş de hava daha yazın ortasında olduğunu anlamamış. Hava bi soğuk anlatamam, yayla ise iki kat giymeden dışarı çıkmak imkansız. Ama değdi, güzel oldu. Doğanın ortasından bir kaç resim çektim, Marmara kadar olmasada elimizden geldiğince güzellikleri telefonuma yansıtmaya çalıştım. Buyrun birkaç resim aşağıda. Baba toprağı Çıxta, ana toprağı Kurela. İsimler hangi dilde mi? Tabi ki gürcüce.














Griden yeşile yolculuk


Gri bir dünyadan doğa ananın hüküm sürdüğü yeşil dünyaya, Kazım Koyuncu'nun memleketine, doğduğum topraklara Sonbahar'da ki Yusuf gibi sabah hareket ediyorum. Yol uzun ama olsun, bu yorgunluğa değecek. Haydi şimdi tatile, bekle beni Artvin.