Hes son sürat: Çoruh Aksu Vadisi ve borusan

Bir Coruh Aksuludan…

“Arkadaşlar bunlar bize çok çektirdiler…
Aksu’yu delik deşik etmeleri yetmedi… Kevgiri bilir misiniz? Kevgire çevirdiler…
Yolu genişletiyoruz diye mezarlıkları altüst ettiler,
Kemikleri toplayıp dolgu malzemesi olarak kullandılar…

Köylünün bağı, bahçesi, mahsulu balçıkla sıvandı.
Suyla taşınan tünel inşaatı atıkları tarım yapılan tarla zeminlerinde kalın beton tabakaları oluşturdu.
Mahsul daha ışığı göremeden kurudu…

Tünellerden çıkan kimyasal atıkları borularla Aksu çayına akıttılar, Aksunun tam kalbine…
Uyardık, tepki gösterdik. Balıklar zehirlenecek dedik, zehirlenip öldüler…
Taş kırma makinesinin olduğu dönemde gökyüzü tozdan görünmüyordu,
Nisanda çamur yağdı tepemize…
Tünelden çıkardıkları hafriyatı vadi tabanına boşalttıkları gibi
asırlık ceviz ağaçları kepçelerle köklediler…
İnsaat artık bitmek üzere ama BORUSAN kabusu bir türlü bitmek bilmiyor…
Şimdi de yüksek gerilim ile cebeleşiyoruz. Başımıza gerilim ağını örmeye başladılar bile…
Biliyor musunuz Aksu’da çocuklar dinamit sesleri altında, kafalarında kaskla okula gidiyorlar…”


http://www.aksuvadisi.org
http://ekolojiagi.wordpress.com/2010/11/26/borusan-ile-yandas-medyasinin-25-kasim-hes-eylemine-yonelik-dezenformasyon-haberleri-hk/

Kavim - Ahmet Ümit

Ahmet Ümit'in ilk okuduğum kitabı Bab-ı Esrar' dı, ki çok beğendiğim bir kitap olduğunu tekrar belirtmek isterim. Tabiki bu beğeninin altında işlenen konunun mistik bir yanın olması ve Mevlana'nın dostu olan Şems'in de bulunması etkili olmuştu. Yazarımızın Kavim isimli romanında ise işlemiş olduğu polis-katil kovalamacası değil ama katilin geçmişi, işlediği cinayetin nedenleri ve öldürülen karakterlerin ortak yanları, geçmişleri ilginç. -Bir zamanların Türkiye'sini hatırlatan noktalar- Bu belirttiğim nedenlerden dolayıda ister istemez kitaba bağlanıyorsunuz. Aklınızda da bu bölümlerin kalacağını söyleyebilirim, en azından benim aklımda bunlar kaldı. Ayrıca yazar kitabı hazırlarken farklı dinler ve mezhepler hakkında gerek kitaplardan, gerekse işinde uzmanlaşmış kişilerden bilgiler almış olması romanın başka bir artı tarafı. Kitapta yaşanan olaylar İstanbul'da geçiyor olsada Mardin, Urfa, İstanbul arasında bugünden geçmişe gidiş gelişler olduğunuda eklemeden geçmeyelim. Kitabı yeterince övdük, şimdi de bir iki kelam ile kitabın konusundan, karakterlerinden bahsedelim.

Polis, Yusuf Akdağ'ın evine geldiğinde tütsü ile esrar kokusunun karışmış olduğu bir ortam vardı. Yusuf kanepenin üzerinde kalbine saplanmış haç saplı bir kesici alet ile ölü olarak bulur. Polisi arayan binanın kapıcısının eşidir. Hemen cesedin yanında üzerinde Kitabı Mukaddes yazan bir kitap bulur. Kitabın açık olan sayfasında “Uyan ey kılıç! Çobanıma, yakınıma karşı harekete geç” satır kurbanın kanıyla çizilmiş ve yukarıdan aşağıda doğru “Mor Gabriel” isimli bir yazı damgalanmıştı. Cinayet masasından amir Nevzat ve yardımcıları Ali ile Zeynep olayın ilk bakıldığında bir din cinayeti olduğunu düşünselerde olay tahminlerin ötesinde sırlar ve nedenlerle doludur.


Karakterler:

Amir Nevzat; ailesini otomobiline konulan bomba ile kaybetmiş emniyet teşkilatının sözünü esirgemeyen, kim olursa olsun sonunda kadar giden yaşlı kurtlarından biridir.
Ali ile Zeynep; Nevzat amirin yardımcıları, birbirlerinden hoşlansalarda bir türlü birbirlerine bu hislerini açıklayamamaktadılar.
Can Nusayr Türkgil; Yusuf'un arkadaşı, Agnostik inancına sahip, Antakyalı bir Arap. Mimar Sinan Üniversitesinde yardımcı doçent'tir ve sanat tarihi üzerine ders vermektedir.
Kınalı Meryem; İstanbul'un eski kabadayılarından Yanık Fehmi'nin kızı, Yusuf'un sevgilisi. Ortaköy'de Nazareth isimli barın sahibi.
Rum kızı Evgenia; Nevzat'ın uzatmalı güzeller güzeli sevgilisi. Kurtuluşta babadan kalma Tatavla isimli bir meyhane işletmekte. -cidden öyle bir meyhane var mıdır?-
Bingöllü Kadir; eski bir pkk itirafçısı, sağa sola salça olan haraç kesen bir pislik.

vs. diyerek diğer karakterleri size bırakıyorum.

Yazının başında kitabın artı yönlerinden bahsettim; sıkmayan, düşündüren, birazda heyecan içerisinde bırakan, okunası bir kitap.

Tarihinotte: Mor Gabriel Manastırı Mardin Midyat'ta bulunmaktadır.

http://morgabriel.org/

Kitaplı günler...

Fotoğraflaşanlar #8

çifttıklabüyükçeaçılsınnoktakom

Tiyatro - Düşüş

Düşüş, Kemal Bekir tarafından Nahid Sırrı Örik’in “Sultan Hamid Düşerken” isimli romanından tiyatroya uyarlamış olan oyun. Yönetmen koltuğunda ise Engin Gürmen oturuyor. Toron Karacaoğlu, Yavuz Şeker gibi usta oyuncularında sahne aldığı oyunumuzun oyuncu kadrosu gayet geniş. Oyuncu performansları bu kadar üst düzey olan oyunda herhangi bir oyuncuyu önplana çıkartmak istemesemde nazır kızı Nimet rolünü oynayan Defne Gürmen Üstün'ün performansı sanki bir adım daha öne çıkıyor. Oyunda Padişah II. Abdülhamit'i çok haşmetli, üstün gösterilirken bugün ise hâlâ tartışılıyor olması bir tezat. Padişah II. Abdülhamit'in portresinin oyunun tümünde sahnede olması sanki hepinizin üstündeyim, güçlüyüm, herşeyden haberim var mesajını veriyor.
Kısaca konu:
İttihat-Terakki Partisi halktanda aldığı destekle hükümet üzerinde gücünü hissetirmektedir. Bu güçle II. Abdülhamit'e II. Meşrutiyet'i ilan ettirir. Bu değişim eski devlet adamların üzerinde baskıya neden olur. Nazırların yalıları, köşkleri saldırya uğrar, yağmalanır. Eski nazırlardan Mehmet Sehabettin Paşa hakkında gazetelerde çıkan geçmişte rüşvet aldı haberi üzerine telaşa kapılan Paşa hazretleri akıbetinin diğerlerinin gibi olacağından korkar. Paşa bu haberi kızına anlattığında ise Nimet babasından bu iddaları red ettiğine dair bir mektup yazmasını isteyerek, gerekli mercilere teslim edeceğini söyler. Nimet bu mektubu gazetenin yayın yöneticisini götürmek yerine İttihat-Terakki'in kurucularından olan Binbaşı Şefik'e gider. Binbaşı Şefik'in Nimet ile yaptığı görüşmede ilk başlarda ki taviz vermeyen tavrı Nimet'in peçesini açmasıyla tamamıyla değişir. -Erkek milleti değil mi hemen gevşer-
Nimet'e aşık olan Şefik Bey bu hislerini açıklamak, izdivaç isteğini dile getirmek için belli bir süre sonra Sehabettin Paşa ile görüşmek isteyerek köşke gider ama kendisini karşılayan Paşa değil Nimet Hanım'dır. Nimet Hanım Şefik Bey'in hislerinden haberdardır, isteğine karşı bir koşul koyar, babası tekrar hükümette yer alacaktır. Belli bir zaman sonra bu isteği yerine gelir ve Şefik Bey ile dünya evine girer. Bundan sonra yaşananlar ise Nimet'in tekrar eski günlerdeki gibi güçlü konuma geçmek için Şefik Bey'i kullanması üzerine yoğunlaşıyor.

Oyunu izlerken aklıma “ey yarabi kadınları yarattın, yarattın. O zaman ben niye yarattın” diye dert yanan şeytanın fıkrası gelmişti. Kadın milleti değil erkeğe, şeytana bile pabuçunu ters giydirir. Alın size Nimet karakteri.
Oyunun konusunda çelişkiler olsada -veya bizim cahilliğimizden kaynaklansada- konu açısından başarılı, kendini izlettiren, memnun bırakan, mükemmel oyuncu performansları ile de izlenmesi gereken çok kaliteli bir oyun.

İyi seyirler...

Yazan : Kemal Bekir
Yöneten : Engün Gürmen
Dramaturgi : Özge Ökten
Sahne Tasarımı : Ayhan Doğan
Işık Tasarımı : F.Kemal Yiğitcan
Kostüm Tasarımı : Niigün Gürkan
Efekt : Mustafa Emin Duman
Yönetmen Yardımcısı : M.Derya Kılıç-Caner Çandarlı-Samet Hafızoğlu
Süre : 2 SAAT 10 DK. 2 PERDE

OYUNCULAR
ALİ KARAGÖZ, CANER CANDARLI, ÇAĞIM DEFNE GÜRMEN ÜSTÜN, ENGİN GÜREMEN, ERKAN SEVER, GÖKHAN EĞILMEZBAŞ, HAŞMET ZEYBEK, H.SAMET HAFIZOĞLU, MELIKE ALTINBARAN, MURAT DERYA KILIÇ, OYA PALAY, ÖZGÜR DAĞ, RAHMI ELHAN, TORON KARACAOĞLU, YAVUZ ŞEKER

New York’ta Beş Minare [2010]

Aslında bu tür filmlere blogda yer vermiyorum ama Haluk Bilginer'in o mükemmel oyunculuğu hatırına birkaç satır karalamak gerekir diye düşünüyorum, ki bunu hak ediyor. Senaristliğini ve yönetmenliğini Mahsun Kırmızıgül'ün yapmış olduğu Newyork'ta beş minare isimli filmin oyuncu kadrosunda Mahsun Kırmızıgül, Haluk Bilginer, Mustafa Sandal, Robert Patrick, Danny Glover ve Gina Gershon'un yanısıra teve ekranlarından tanıdığımız birçok oyuncuda bulunmakta. Türkiye standartlarına göre yüksek bir bütçeyle çevrilmiş olması ve uluslararası bir film olması nedeniyle insanların ister istemez ilgisini çeken bir yapım. Filme fragmanlarında ki aksiyon sahneleri ve Haluk Bilginer'in oyunculuğunu görmek için gittiğimi de bu arada itiraf edeyim. Konuyu az-buçuk sinemayı takip edenler biliyorlardır ama yinede anlatayım.
Dini terör örgütünün elemanları polis tarafından ele geçirilir, yapılan sorgulamalarda Deccal takma isimli Hacı Gümüş ismine ulaşan polis, Interpol'un kırmızı bülteniyle bu terör örgütü liderini aramaya koyulur. Belli bir süre sonra Hacı Gümüş'ün abd'de olduğu tespit edilir ve fbi Hacı Gümüş'ün evine yaptığı bir baskınla aranan adamı canlı olarak ele geçirir. Bu yaşanan gelişmeler üzerine Hacı Gümüş'ü almak için Fırat ve Acar isimli iki polis abd'ye yola çıkar.
Konu İstanbul, Newyork, Bitlis üçgeninde yaşanan bu olaylar üzerine kurgulanmış. Filmin artı ve eksilerine biraz göz gezdirelim. Aslına bakarsanız eğer filmi neresinde hata yapmışlar, bulupta eleştireyim gibi bir düşünce ile filmi izlemedim ama ister istemez bazı sahneleri insanı rahatsız ediyor. Filmin birkaç yerinde kopukluklar mevcut, bunun yanısıra mesaj verme kaygısıyla öyle gereksiz, saçma konuşmalar geçiyor ki “ne alaka” diyebiliyorsunuz. Mahsun Kırmızıgül ve Mustafa Sandal'ın oyunculuğu için ise ne bekliyorsanız ancak o kadar oyunculuk yaptıklarını söylemeliyim.
Filmin artılarından bahsedecek olursak, filmin başında diyebileceğimiz bir bölümde yaşanan polis timlerinin hücre evine yaptığı baskın sahnesi dünya sinemasında ki aksiyon sahnelerini aratmıyor, gayet başarılı. Çekim kalitesi ise yine filmin başka bir artı yönü, abd'de ki insanların müslümanlara bakış açısı, cehalet, kan davası gibi önemli konuların belli ölçülerde mesaj yoluyla verilmeye çalışılması hoş, ama becerizsizce. Ve gelelim en önemlisine, Haluk Bilginer'in bütün filmi tek başına ayakta tutan Hacı Gümüş karakterinde ki oyunculuk performansına... Bir oyuncu bu kadar mı başarılı olur, inanılmaz beğendim.
Sonuç olarak film ne üst seviye ne de yerde sürünüyor, oturup izlenilecek bir film.

Son bir not daha; arkadaşım söyledi, filmin dublajlı versiyonu varmış haberiniz ola.

Schuster, Nihat

VDB-Tigana, Demirören'in bugüne kadar takımın başına getirmiş olduğu olduğu teknik direktörlere genel olarak bakıldığı zaman geleceği kurtaracak kişiler olmalarına rağmen gündelik başarılar üzerine kurulu olan Türkiye'de ki yapı yüzünden adamlara yapılmadık hakaret, rezillik kalmadı. Demirören ve onun altında çalışanlarda maalesef buna hep alet oldular. Bugün ise hedefte Schuster var. Son günlerde Schuster'in basına ti'ye alarak yaptığı açıklamalar ne mal oldukları belli olan basın guruhunun canını sıkıyor. Sıkmasında ne yapsın? Kendilerini herşeyin üzerinde gördüklerinden dolayı bu tür bir yaklaşıma fazla alışkın sayılmazlar. Umarım her seferinde “VDB'yi göndermeseydim, hata yaptım” diye dert yanan Demirören'in tekrar birilerinin gemisine -basın veya taraftar- binerek aynı hatayı tekrarlamaması. Demirören'e pek güvenim yok ama bizde ki sadece bir umut. Her seferinde şu cümleyi kuruyorum, ki Beşiktaş'ın kurtuluşu ancak bu tür bir zihniyetle olabilir; “Geleceği kurtarmak için günü yakmak”. Varsın şampiyon olmayalım(!), biz demiyor muyuz; “şampiyonluk, bizim aşkımız yanında hiçbirşey” diye.
Son barikat'ın bloğunda A2'nin oynadığı Bursa maçı ile ilgili bir yazıya denk geldim, uzun zamandır basbas bağırdığımız A takım ne oynuyorsa altyapılarda aynı sistemi oynasın düşüncesi bu sene yapılmaya başlanmış. Umut etmek için ne güzel bir neden. Schuster'in ısrarla oynatmak istediği sistem, gençlere önem vermesi, basına gider yapması beni mutlu ediyor, umarım genel olarak taraftarı ve yönetimide memnun eder. Değişimler her zaman sancılıdır ve sabır ister. Sonuna kadar Schuster...

Nihat; bugünlerde oynadığı futbol değilde sahadaki davranışları ile taraftarın gözüne takılır oldu. Genellikle hep böyledir, insan psikolojisi. Mecnun'un ile Leyla karşılaştığı zaman şöyle bir konuşma geçer; “sen Leyla olamazsın, eğer sen Leyla isen bende ki Leyla kim“. Bizim aklımızda kalan her zaman İspanya'da golleriyle önce çıkan Nihat olmuştur. Bizde bu performansı verememesinden dolayı insanların ister istemez gözlerine başka noktalar takılıyor, ama Nihat dün neyse bugünde o. Mesela Nouma, Beşiktaş'ta ki performansı iyi olmasaydı saha içi ve dışındaki davranışları nasıl karşılanırdı? Bazen sistemler oyuncuların performanslarını yukarı çekerken bazen yerlerde sürünmesine neden olur. Buna Zlatan örneğini verebiliriz, veya Ronaldinho. İspanya'da oynadığı takımalarda ki sistem ile Nihat'ın önplana çıkmış olan yeteneklerinin Beşiktaş'ın oynamak istediği sistem ile uyuşmaması ve bununla birlikte taraftarın Nihat'tan beklentileri başarısızlığın görünür kısmı. İşin özü; bu sistem ile oynandığı sürece Nihat'tan çok fazla bir beklenti içerisine girilmemesi gerekiyor.

Sadece vazgeçmeyi bildim - Can Yücel

…Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim,
Ya da asla birini severken karşılığını beklemedim.
Dostluğuma değer biçmedim, sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim.
Sevdiysem sonuna kadar gittim, bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim.
Bazen çok kırıldım, bazen belki de kırdım.
Ama hata insana mahsustur dedim.
Affettim, af diledim.
Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yinede affettim.
Onlar belki beni saflıkla yargıladılar.
Belki de içten içe sinsice güldüler.
Ama asıl unuttukları şuydu;
Ben aldanmadım..!
Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar.
Bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için,
Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için.
Oysa ben hiç insan kaybetmedim.
Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar...



deepnoteyalnışça: bu da bizi yalnış anlayanlara...